Onur'un Günlüğü

İslam Dünyası Neden Geri Kaldı?

  1. Mezhep İmamlarının Görüşleri Sonradan Değiştirilmiştir
  2. Bir Zamanlar Müslümanlar
  3. Tarikat Kitaplarındaki Sapıklıklar
  4. Peygamberle (a.s) Mücadele Eden Kadın
  5. Allah Uyarmıştı
  6. Mezhepler Evlenme Boşanma Ve Kadın Haklarını Nasıl Yok Etti?
  7. İslam Dünyası Yüzyıllar Önce Çalışmayı Bırakmış
  8. İslam Dünyası Şirke Battı
  9. Kabe'de Yapılan Filistin Duası
  10. Müslümanların Elinde Duadan Başka Bir Şey Kalmadı
  11. İslam Dünyası Neden Böyle Cevabı

Mezhep İmamlarının Görüşleri Sonradan Değiştirilmiştir

İslam neden geri kaldı konusunu araştıran herkesin bulacağı sonuç aynıdır. İslam, Emevilerle beraber içi boşaltılmaya, kavramları değiştirilmeye başlanmış. Emevilerden sonra gelen Abbasiler döneminde de değiştirilen, içi boşaltılan kavramlar İslam diye yaşatılmaya başlanmış. Bunu da Mezhep kitaplarındaki bilgileri değiştirerek yapmışlar. Müslümanların büyük çoğunluğu dört mezhebi kabul eder; Hanefi, Şafi, Hanbeli, Maliki. İmam Azam'ın miras konusunda karşı çıktığı görüşler bugün mezhep kitaplarında onun görüşleriymiş gibi yazıyor. Mezhep kitaplarını yan yana koy, hangi konuya bakarsan bak hemen hemen aynı yanlışı yazdıklarını görürsün. Yanlışta ittifak olmaz. Dört mezhebin kurucusu sayılan insanların doğum ve ölüm tarihlerine göstereyim sorunu hemen göreceksin. İmam A’zam 80 tarihinde doğmuş 150 tarihinde vefat etmiş. İmam Malik: 90 tarihinde doğmuş, 179 tarihinde vefat etmiş. İmam Şafii 150 tarihinde doğmuş, 204 tarihinde vefat etmiş. İmam Ahmed 164 tarihinde doğmuş, 241 tarihinde vefat etmiş. Birbirlerini görmemişler bile ama bu insanlara ait olduğunu iddia ettikleri kitaplara bakınca aynı yanlışı yaptıklarını görüyorsun. Bir sınıfta çocuklara 2 + 2 kaç eder desek herkes 4 eder der ama 2 + 2 kaç etmez deyince herkes aynı cevabı verir mi? Eğer verirlerse birinin daha önceden "böyle soru sorulursa şu cevabı verin" diye şartlandırma yaptığını düşünebilirsin. Mezhep kitaplarındaki olay da bunun gibi. Birbirini görmemiş insanlar nasıl aynı yanlışı yazabilir? Bu kitapların sonradan değiştirildiği çok açık. Daha sonra da İslam diye Kur'an değil Mezhep kitapları yaşanmaya başlamış. Bunun olduğu dönem de Abbasi dönemi. Bunları görmen lazım ki İslam dünyası neden böyle dendiğinde asıl sebebinin Kur'an olmadığına ikna ol. Alt tarafta Mezheplerin evlenme, boşanma, kadın haklarını nasıl katlettiğini anlatan bir video göstereceğim.

Bir Zamanlar Müslümanlar

Müslümanlar sekizinci yüzyıl ve on üçüncü yüzyıl arası çok önemli bilimsel çalışmalar yapmış. Örnek olsun diye Taşkın Tuna'nın "Oku Ama Neyi" kitabından bir kaç sayfa göstereceğim. Bu kitaba bak desem kimse almaz, okumaz ama bir kaç sayfa gösterirsem belki okumak isteyen olur. Taşkın hoca bir zamanlar müslümanların bilim konusunda ne kadar ilerlediğinin örneklerini göstermiş. Bunu sen de araştırabilirsin. Hârizmî, Ömer Hayyam, Battânî, Bîrûnî, İbn el Heysem, İbni Sina vs gibi insanları araştırırsan kimin ne zaman neyi keşfettiğini görebilirsin. Müslümanların bileme yöneldiği bu yüzyıllarda Avrupa'da cadı avı vardı, Amerika yoktu.

Bu sayfayı cep telefonundan okuyorsan alttaki sayfaları düzgün görebilmek için telefonunu yan tutmalısın ve "Ekran Döndürme" özelliği açık olmalı.

Taşkın Tuna - Oku Ama Neyi - Sayfa 124-139 - Şule Yayınları

Sayfaları fareyle, parmağınla ya da sağ ve soldaki oklara tıklayarak değiştirebilirsin.


Kölelik Nasıl Tekrar Ortaya Çıktı

Biz İslam’ın Arap örfüyle birleştirildiğini, bütün hurafelerin kaynağının Emeviler olduğunu söylüyoruz. Bu konuda biraz açıklama yapmam gerekiyor ki mesela İslam’da köleliğin olmadığını söylediğimde mevcut köleliğin nereden çıktığına dair bir açıklama görmen gerekir. Hiçbir şey açıklamadan “İslam’da kölelik yoktur” dersem bu seni neden ikna etsin ki? Işid/Daeş’in insanları köle cariye yaptığını bilmen yazdıklarımın güvenirliliğini ortadan kaldırır. Ama eğer problemin kaynağını gösterebilirsem belki İslam hakkındaki fikrin değişebilir. Fakat yazdıklarıma şu kitap şu sayfa diye kaynak göstermeyeceğim. Bu konu başlı başına tez konusudur. Üç halife; Ömer, Osman, Ali ve Emeviler dönemini bugüne kadar öğrendiklerimle özet halinde yazacağım. Kaynak istersen Mehmet Azimli, İsrafil Balcı, Celaleddin Vatandaş’ın kitaplarını okuyabilirsin. Bu sonuca ulaşmak için birkaç kitap okuman gerekecek. Ben bunu özet şeklinde yazacağım. Sorunun nerede olduğunu görebilmek için önce İslamiyet öncesi Arap örfünü bilmek gerekiyor. Araplarda kölelik ve cariyelik vardı. Köle edinmenin tek yolu da savaşlardır. İki kabile arasında savaş olduğunda yenilen tarafın mal, mülk, kadın, erkek, çocuk ne varsa her şeyleri alınırdı. Yetişkin erkekler köle yapılmazdı çünkü köle görünerek seni öldürme ihtimali vardı. Bu tehlike olduğu için yetişkin erkekler eğer diyet ödeyebilecek durumdaysa diyet öder serbest bırakılır, ödeyemeyecek durumdaysa öldürülürdü. Çocuklar ailelerinden ayırıldıktan sonra bir daha ailelerini bulamadıkları için sahiplerinin malı olurdu. Kızlar ve belli yaştaki kadınlar cariye yapılırdı. Cariye, rızası olsun veya olmasın sahibi tarafında istediği zaman cinsel ilişkiye girilen kadın demektir. Veya sahibi bu kadınları fahişe gibi para karşılığı satardı. Mesela Hac aylarında kurulan panayırlarda sahipleri cariyeleri fuhşa zorlardı. Aklına bu işten bir çocuk doğarsa kim sahip çıkıyordu diye bir soru gelebilir Diyelim bir cariye on kişiyle ilişkiye girdi veya zorlandı. Hamile kalırsa kadın on kişiyi bir odada toplar, içlerinden birini seçer “bu çocuğun babası sensin” dermiş ve adamın da itiraz etme hakkı olmazmış. Ama bu kadınlarla kimse evlenmezmiş. Bir yandan böyle uygulamaları var diğer yandan hür insanlar namuslarına son derece düşkündü. O dönem hür bir insanın zina etmesi düşünülemezdi. Ama namuslu hür insanlar!!! cariyeleri fuhşa zorlardı. Uygulamada cariye, insan veya kadın değil, hiçbir değeri yok ve istedikleri insanlara satabilme hakları olduğunu düşünürlerdi. Şimdi Allah bir din gönderiyor, -bu dine inanmayabilirsin ama doğrusunu bilmen gerekir- yazdığım bu insanlık dışı uygulama olan kölelik ve cariyeliğe ses çıkartmıyor veya onaylıyor. Bu hiçbir vicdanın, aklın kabul etmeyeceği bir şeydir. İnsan vicdanın kabul etmediği şey din olur mu? Bu konuda İlhan Arsel, Turan Dursun gibi İslam karşıtlarının veya ilahiyat fakültelerinde Müslüman hocalardan bile “İslam köleliği kaldırmadı” diyenler var. Müslüman hocaların böyle konuşması az önce bahsettiğim aldığı eğitimi sorgulamamasından, henüz Kur’an’la yüzleşmemesinden. Allah Kur’an’da köleliği net bir şekilde yasakladı. Sonra da mevcut köleleri özgürlüğüne kavuşturmak için düzenlemeler yaptı. Savaş esirlerini köle cariye yapmayı yasaklayan ayeti bu;

Ayetleri görmezlikte direnenlerle (kafirlerle) savaşta karşılaşınca boyun köklerini vurun. Etkisiz hale getirince onları, sıkı güvenlik çemberine alın. Sonra karşılıksız ya da fidye alarak serbest bırakın ki savaşın doğurduğu bir sıkıntı kalmasın. Allah’ın tercihi farklı olsaydı onların hakkından kendisi gelirdi. Böyle olması, birinizi diğerinizle yıpratıcı bir imtihandan geçirmek içindir. Allah, kendi yolunda öldürülenlerin yaptıklarını karşılıksız bırakmaz. (47:Muhammed 4)

Koyu cümleyi görüyorsun, bu ayetle yukarıda özet yazdığım insanların köleleştirme dönemi bitmiştir. Artık savaş olduğunda esir aldıktan sonra ya karşı taraftan bir bedel ister serbest bırakırsın ya da karşılıksız serbest bırakırsın. Bu ayetle yeni köle cariye edinmenin önüne geçildi. Mevcut kölelerin de özgürlüğüne kavuşması için çeşitli düzenlemeler yapıldı. Mesela Araplarda yemin etme önemli yer tutar. Mekke dönemi inen surelerin yeminle başlaması ilk muhatapların dikkatini çekmek içindir. Allah önemli konularda açıklama yapmadan önce yemin yapar. Hem yemin ettiği şey önemlidir hem de yeminden sonra ciddi bir konunun geldiği anlaşılır. Allah yemin bozma kefareti olarak birtakım şartlar getirdi. Bunlardan biri de köle azat etmektir. Maide seksen dokuzuncu ayet şöyle;

Allah, yeminlerinizin kasıtsız olanlarından sizi sorumlu tutmaz. Ama belli bir maksatla yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Bunun keffareti, ailenize yedirdiklerinizin ortalamasından on miskini /çaresizi doyurmak veya giydirmek ya da boyunduruk altında olan birini hürriyetine kavuşturmaktır. Bunları bulamayanın üç gün oruç tutması gerekir. Bu, ettiğiniz yemini bozmanın keffaretidir. Yeminlerinizi tutun. Allah, ayetlerini size böyle açıklar ki görevinizi yerine getiresiniz. (5:Maide 89)

Bu ayetten benim anladığım, o dönem Araplarda ciddi yemin edip bunu bozma ihtiyacı hissettiği zamanlar olmuş. Bu hatırı sayılır bir ihtiyaç olmasa kefaret için bu şartlar getirilmezdi diye düşünüyorum. Kırk yılda bir yemin bozma ihtiyacı oluşsaydı bu şekilde köleler özgürlüğüne kavuşamazdı. Demek ki daha sık yemin bozma ihtiyacı duyuluyormuş. Yine aynı şekilde Araplarda zıhar yapma çok yaygındı. Zıhar, erkeğin karısına Arapların tabiriyle “senin sırtın bana anamın sırtı gibi” deyip kadını boşamadan ama kocalık görevi de yapmadan arada bırakmaktır. Zıhar yemini edip bunu bozmak isteyenler için de kefaretlerden biri köle azat etmektir. Demek ki bu yemini bozma ihtiyacı da azımsanmayacak ölçüdeydi.

İçinizden, eşleriyle zihâr yapanların eşleri, onların anaları değildir. Anaları, sadece kendilerini doğuranlardır. Onlar kesinlikle, çirkin ve yalan sözler söylüyorlar. Ama Allah, kusurları görmez ve çokça bağışlar. Eşleriyle zihâr yaptıktan sonra sözünden dönenler, eşleriyle ilişkiye girmeden önce bir boynu büküğü/esiri özgürlüğüne kavuşturmalıdırlar. Bu size verilen öğüttür. Allah yaptıklarınızın iç yüzünü bilir. Esir bulamayan, eşiyle birleşmeden önce peş peşe iki ay oruç tutmalıdır. Buna gücü yetmeyen altmış miskini/çaresizi doyurur. İşte bu, Allah'a ve elçisine inanıp güvenmeniz içindir. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır; bunları görmezden gelenlere (kafirlere) acıklı bir azap vardır. (58:Mucadele 2-4)

Mevcut köleleri özgürlüğüne kavuşturma yollarından biri de taksirle yani öngörülemez hata ile birinin öldürüldüğü durumlardır. Mesela bir doktorun hastasını ameliyat sırasında kaybetmesi gibi. Kimse hastasını öldürmek için ameliyat etmez ama öngöremediği bir durum oluşup ölümüne sebep olabilir. Batı hukukunda bunun karşılığı iki ila altı yıl hapistir ama İslam’daki karşılığı alttaki ayettir.

Bir müminin bir mümini öldürmesi olacak şey değildir; hata ile olmuşsa başka. Kim bir mümini hata ile öldürürse, boyunduruk altındaki bir mümini özgürleştirmesi ve öldürülenin ailesine diyet[1*] vermesi gerekir; onlar bağışta bulunurlarsa başka. Eğer öldürdüğü mümin, size düşman olan topluluktan ise[2*] (yalnızca) boyunduruk altındaki bir mümini özgürleştirmesi gerekir. Eğer aranızda anlaşma olan bir topluluktan ise ailesine diyet ödemesi ve boyunduruk altındaki bir mümini özgürleştirmesi gerekir. Boyunduruk altında birini bulamayan kişi, art arda iki ay oruç tutar. Bu, tövbesinin /dönüşünün Allah tarafından kabul edilmesi içindir. Allah bilir ve daima doğru kararlar verir. (4:Nisa 92)

[1*] Hataen adam öldürmenin diyeti, beş cins deveden yirmişer tane olmak üzere toplam 100 devedir. Beş cins deve şöyledir: İki yaşına binti mehaz İki yaşına girmiş dişi deve: 20 adet - Binti lebûn: Üç yaşına girmiş dişi deve: 20 adet Hikka: Dört yaşına girmiş dişi deve: 20 adet - Cezea: Beş yaşına girmiş dişi deve: 20 adet İbn mehaz: İki yaşına girmiş erkek deve: 20 adet (Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuki İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, cilt: 3, sayfa: 48) - Bugün bu 100 devenin kaç lira ettiği hesaplanır ve maktülün ailesine ödenir. Azad edecek esir bulamayanın iki ay peş peşe oruç tutması gerekir. Nebîmiz zamanında bunların değeri 1.000 dinar yani 4.350 gr. altın ediyormuş. Bu sebeple fıkıh kitapları diyet olarak 1.000 dinar ödemenin de yeterli olacağını söylerler.Alınacak diyeti Nebîmiz şöyle açıklamıştır: “Kim bir mümini kasten öldürürse öldürülenin velilerine teslim edilir. İsterlerse onu öldürürler, isterlerse diyetini alırlar. Diyet otuz hıkka yani dört yaşına girmiş dişi deve, otuz cezea yani beş yaşına girmiş dişi deve ve kırk halifa yani hamile devedir. Bu, kasten öldürmenin diyetidir. Taraflar karşılıklı olarak bir şey üzerinde de anlaşabilirler. Bu, diyet-i muğallazadır.” Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. II, s. 217. Diyet-i muğallaza, ağırlaştırılmış diyet demektir.

[2*] Antlaşma yaptığımız bir toplumun bütün fertlerinin ve o topluma sığınanların can güvenliği sağlanmış olur (Nisa 4/90).

O dönem veya daha geniş düşünürsek bir kölenin sahibine ücret ödeyip özgürlüğünü satın alması mümkün değildir. Kölelerin geliri yok ki özürlüklerini sayın alsınlar. Üstteki gibi benzer ayetlerle Allah köleleri özgürlüklerine kavuşturma yolları açtı. Bu yollardan biri de evlilik. Köleleri evlendirin diye ayet indirdi.

İçinizden evli olmayanları, erkek ve kadın esirlerinizden /köle ve cariyelerinizden de uygun durumda olanları evlendirin. Yoksul iseler (korkmasınlar) Allah, kendi ikramıyla onların ihtiyacını giderir. İmkânları geniş olan ve her şeyi bilen Allah’tır. (24:Nur 32)

Bir köle evlenerek nasıl özgür kalabilir? Evlense de köle olarak sahibinin yanında iş görmeye devam eder. İslam’da evlenirken erkek, kadına mehir verir. Mehir, para, altın gümüş, mal vs hediyedir. Buna bir kaynak göstereyim de konuyu kendime göre yorumlamadığım görülsün. Abdülaziz Bayındır’ın Mut’a Nikahı makalesinden;

Muhammed Suresinin 4. âyetine göre esirler köleleştirilemezler; onları karşılıklı veya karşılıksız serbest bırakmak gerekir. Karşılıksız serbest bırakılanlar kimsenin eli altında olmazlar. Buradaki esir kadınlar, müminlerin elleri altında olduklarına göre onlar, karşılıksız serbest bırakılmamış, fidyeleri de ödenmemiş esirlerdir. Böyle bir kadının fidyesini ödeyecek malı bulmasının en kestirme yolu mehir karşılığı evlenmesidir. Zaten âyetin devamı bunu şart koşmaktadır. Kocası veya yakınları onun fidyesini gönderemediği için âyet onun medeni halini değiştirerek evlenilebilecek kadınlar arasına katmış ki, hürriyetlerine kavuşma imkânı elde edebilsinler. Evlilik, karşılıklı rızayla olacağı için bu kadınlar evlenmeye zorlanamazlar. Şu âyet konuya daha da açıklık getirmektedir:

Evli kadınları nikâhlamanız da haramdır. Ama evli olduğu halde hakimiyetiniz altına girmiş olan (savaş esiri kadınlar) ile evlenebilirsiniz. Bunlar, Allah’ın size yazdığı hükümlerdir. Diğer kadınlar; iffetli olmanız, zinadan uzak durmanız ve mehirlerini vermeniz şartıyla size helal kılınmıştır. Onların hangisinden nikâh ile yararlanırsanız mehirlerini belirlediğiniz miktarda verin. Mehri belirledikten sonra başka bir miktar üzerinde anlaşmanızın sakıncası yoktur. Allah bilir, doğru kararlar verir. İçinizden, mümin olan iffetli hür kadınları nikâhlayacak kadar varlıklı olmayanlar, hakimiyetiniz altında olan mümin esir kızlarınızı nikahlayabilirler. İmanınızı en iyi bilen Allah’tır. Hepiniz birbirinizdensiniz. Onları (esir kadınları), iffetli olmaları, zinadan uzak durmuş ve gizli dostlar edinmemiş olmaları şartıyla ailelerinin izni ile nikahlayın ve mehirlerini kendilerine, marufa (Kur’an ölçülerine) uygun olarak verin. Evlendikten sonra zina ederlerse onlara verilecek ceza, evli hür kadınlara verilen cezanın yarısı kadardır. Bu ruhsat, içinizden (evlenme imkanı bulamayacağını düşünüp) çıkmaza girmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz /duruşunuzu bozmamanız daha iyi olur. Allah, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır. (4:Nisa 24-25) (Mut’â Nikâhı makalesi, Abdülaziz Bayındır, https://www.suleymaniyevakfi.org/nikah-evlilik/muta-nikahi.html)

Durum bu ama yaptığım alıntıda geçen Nisa yirmi dördüncü ayet sonradan Mut’a nikahına delil yapılmıştır. Durum içler acısı. Allah esir kadınları, kocalarının verdiği mehri sahiplerine vererek hürriyetine kavuşturmak için ayet indirmiş, Allah’tan korkmaz ulema bu ayetin anlamını çarpıtıp, Mut’a nikahına yani hediye verip cinsel ilişkiye girip sonra ayrılmaya delil yapmış. İran’da uygulanan Mut’a nikahının dayanağı bu çarpıtmadır. Ayetlerin Arapça tahlillerini yazıp olayı gramer yazısına çevirmeyeceğim ama şurası kesin ki bu çarpıtmalar bilerek, art niyetli olarak yapılmış. Sana iyi bildiğin yabancı dilde bir makale verseler, bunu tercüme at deseler yalan yanlış tercüme eder misin? İnsan kendisine, insanlığa veya en azından bildiği dile olan saygısından yanlış yapmak istemez. Çocukluğundan beri Arapça eğitimi alan İslam uleması bu yanlışları, çarpıtmaları nasıl yapmış? Arkanda siyasi bir baskı ve art niyet olmadan bunu yapamazsın. Bunun olduğu dönem de Emevilerdir.

Allah Kur’an’da insanları üç gruba ayırıyor. Cennete gidecek insanları “uğurlular sınıfı” cehenneme gidecekleri “uğursuzlar sınıfı.” Bir de “önde olanlar” diyor. Önde olanlar Allah rızası için yapılan her işte önce hareket edenler. Beled suresinde Allah’ın kendisine sınır çizmeyeceğini sanan insanların köleleri özgürlüğüne kavuşturmadığını ama cennete gidecek uğurlular sınıfının bunu yaptığını anlatıyor. Yani illa da bir kefaret ödeyerek köle azat etmek gerekmiyor. İnsanları özgürlüğüne kavuşturma karşılığı cennettir.

Biz insanı, bütün zorlukları göğüsleyecek güçte yarattık. Kimsenin ona sınır çizemeyeceğini mi sanıyor! Bir de “Yığınla mal harcadım” diyor. Kimsenin kendini görmediğini mi sanıyor? Ona iki göz vermedik mi? Bir dil ile iki de dudak! Ona apaçık iki yol[*] gösterdik. O, zor olanını göze alamadı. Zor olan yol hangisidir, nereden bileceksin? Zor olan, hürriyetini kaybetmiş birini kurtarmaktır. Veya kıtlık gününde birinin karnını doyurmaktır. Yakınlarından bir öksüzü. veya bitkin hale gelmiş bir çaresizi kurtarmaktır. Aynı zamanda (Allah’a) tam güvenen, birbirine sabrı /duruşunu bozmamayı tavsiye eden ve merhameti tavsiye eden biri olmaktır. İşte uğurlular sınıfı bunlardır. (90:Beled 4-18)

[*] النَجْدُ yükseltilmiş apaçık yol anlamına gelir. (el-Kamus) Her insan, hangi yolun doğru, hangisinin yanlış olduğunu, kendi bilgisi ve vicdanıyla anlar ve bilir. Onun açısından her ikisi de apaçık ve bellidir.

Allah Kur’an’da köle ile hürleri eşitlemiştir. Yeni köle edinilmesin diye Muhammed dördüncü ayeti indirmiş. Mevcut köleleri özgürlüğüne kavuşturmak için de evlenerek ve çeşitli kefaret cezaları karşılığı köle azat etmeye bağlamıştır. Dediğim gibi buna rağmen köleliği doğrudan kaldıran bir ayet indirilmediği için köleliğin kalkmadığını düşünen bir kesim ulema var. Kur’an’a bütüncül bakmadıkları için göremiyorlar. Allah köleliği bitirmiştir ama özgürlüğüne kavuşan kölelerin toplum içinde saygın bir yer bulduğunu söyleyemeyiz. Mesela peygamberimiz Hz Hatice ile evlendiğinde Hatice kölesi Zeyd’i peygamberimize hediye etmiş. Düşünebiliyor musun İslam’dan önce bir insan bir insana insan hediye edebiliyordu. Peygamberimiz Zeyd’i o zaman özgürlüğüne kavuşturdu ve yanında tuttu. Zeyd pek çok savaşa katılmıştı. Nihayetinde savaş konusunda tecrübe edinmiş biriydi. Peygamberimiz Zeyd’i 632 yılında Suriye bölgesine gönderdiği bir birliğin komutanı yaptığında insanlar “eskiden köle olan biri şimdi bizi mi yönetecek” diye söylenmeye başladı. Benzerleri Ebubekir ve Ömer zamanlarında da oldu. Zeyd Arap’tı. Bir de Mevali denilen Arap olmayan Müslümanlar ve özgürlüğünü kazanmış köleler vardı. Ebubekir veya Ömer mevaliden bir Müslümanı vali atamaya kalktığında çok daha büyük itirazlar olmuş. Halbuki liyakat sahibi olduğu düşünülen eski bir köleye görev verildiğinde toplum bunu kabul etseydi, sırf Arap olduğu ama işinin ehli olmayan insanlar yönetime gelmez, getirilmezdi. Halk “bizi Araplar yönetsin” demek yerine “bizi liyakat sahibi insanlar yönetsin” dese ve ona göre yöneticilere baskı yapsaydı Hz Osman döneminde peygamberimizin oluşturduğu düzen belki de bozulmayacaktı.

Osman dört halife içinde en kötü idarecidir. Cahil Emevi zihniyetinin yönetime gelmesi Osman’ın şura ile hareket etmeyip kendi akrabalarını yönetime taşımasıyla başladı. Ebubekir ve Ömer’in başarısının arkasında istişare ve liyakat vardı. Ömer halifeliği döneminde köleliği kesin bir şekilde yasaklamıştı. “Bundan sonra Arap’ın Arap’a köle olma dönemi bitmiştir” dedi. Hatta Tevbe suresi altmışıncı ayet gereği ülkede toplanan zekâttan özgürlüğünü kazanmak isteyen kölelere ödeme yapmıştır. Sadakalar sadece fakirlere, miskinlere sadaka işinde çalışanlara ve müellefe-i kulûba /kalpleri ısındırılacak olanlara verilir. Bir de boyunduruk altındakilere, borçlulara, Allah yolunda ve yolculara harcanmak üzere ayrılır. Bunlar Allah tarafından farz kılınmıştır. Allah, daima bilen ve kararları doğru olandır. (9:Tevbe 60) Ayetteki “sadaka” ifadesi zekâtın üst başlığıdır. Yani toplanan vergidir. Bizim bildiğimiz dilencilere verilen bozuk para değildir. Ömer koyu belirttiğim madde gereği kölelere yardım yapmış, özgürlüklerini kazandırmıştır. Kölelikle ilgili ayetler geldikten sonra peygamberimizden Ömer’e kadar köleliğin önü alındı. Yalnız Ebubekir veya Ömer döneminde insanlar evlerinde hizmetçi edinmeye başladı. Bu, kölelikten farklı bir şey. Burada özgürlük kısıtlaması veya istismar yok. Ama Osman’la beraber hem atanan valilerin liyakat sahibi olma geleneği bitti hem de kölelik tekrar gündeme geldi. Emeviler iktidara gelip İslam’ı nasıl Arap geleneğiyle değiştirdiğini anlamak için Hz Osman ve Hz Ali’nin halifenin dönemine de bakmak gerekiyor. Umarım sıkmadan özetleyebilirim.

Osman, halife seçildiğinde akrabalarına yönelmesinin altında aslında Halife Ömer’in kurduğu altı kişilik heyetten uzaklaşma isteği vardı. Ebubekir ve Ömer döneminde Osman da bu heyetin üyesiydi. Ömer yeryüzüne gelmiş geçmiş en iyi yöneticilerdendir. Bunun arkasında altı kişilik bu heyet var. Ömer bütün işlere bu heyetle karar vermiş ki bu “danışma” Kur’an’da örnek müminleri anlatan ayetlerde geçen bir özelliktir.

Onlar, Sahiplerinin çağrısına olumlu karşılık veren ve namazı tam kılan kimselerdir. İşlerini birbirlerine danışarak yapar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da hayra harcarlar. (42:Şura 38)

Osman’ı bu heyet halifeliğe taşıdı ama zamanla bu heyet Osman’ı yaptığı işlerde eleştirmeye başladı. Eğer Osman bu heyetin eleştirilerini dikkate alsaydı muhtemelen Ömer gibi başarılı olurdu ama eleştirildikçe akrabalarına yanaşmış. Onlara görev vermiş. Osman’ın akrabaları da Mekke fethinden sonra yani çok geç dönem Müslüman olan insanlardı. Bu insanlar peygamberimizin eğitiminden geçmedi, İslam’ı öğrenmedi. Hem liyakat sahibi değiller hem de sırf Arap oldukları için atandıklarından dolayı isyanlar çıktığını görüyoruz. Halife Osman, Rebi’b b. Ziyad’ı Sircistan taraflarına vali atadığında Ziyad insanlardan bine yakın vasif istedi. Vasif on iki on üç yaşında henüz buluğa girmemiş çocuk demek. Bu çocukları boşuna değil köle yapmak için istedi. Yine Osman, Abdullah b Sa'd b Ebi Serh’i Mısır’a vali atadığında o da aynı şekilde halktan üç yüz vasif istedi. Vali atadığın insan bölge halkıyla savaşır mı? Osman’ın atadığı valiler savaştı ve halkın vasif vereceğine dair antlaşmalar yaptı. Dolayısıyla Osman döneminde isyanlar başladı. Ömer’in fethettiği topraklar elden çıkma noktasına geldi. O dönem Esed b. Abdullah Türklerle yaptığı savaşlarda büyük zulümler yaptı ve o da çocukları köleleştirdi. Burası çok önemli, Halife Osman döneminde Kur’an’dan uzaklaşıldığı, ayetlere uyulmadığı için kölelik yeniden ortaya çıktı ve Emeviler döneminde bu anlayış artık tamamen yaygınlaştı.

Osman’ın halifeliği böyle zulüm getirince çok iyi bildiğimiz tabirle Osman’a darbe yapıldı desek herhalde yanlış olmaz. Osman “sen Kur’an’dan uzaklaştın” söylemiyle öldürülmüştür. Osman’dan sonra Ali halife seçildi. Ali’nin Anadolu İslam kültüründe özel bir yeri var. Ali hakkında yazmak duygusal tepkilere neden olabilir ama benim derdim duyguları işe katmadan o dönemi anlamak. Ali gerçekten ilmin kapısı ve savaş kahramanıdır ama halifeliği Osman’ın katilleri yüzünden iyi olmadı. Ali de Ömer’in kurduğu heyetin üyesiydi. Osman’ın katillerine yapılacaklar konusunda heyetle farklı düşünüyordu. Özellikle bu kurulda kendisine her zaman destek olan Zübeyir ve Talha gibi iki önemli sahabe de Ali’yle ters düştü. Ali halife seçilirken özellikle Sıffinliler şartlı destek vermişti. Osman’ın katillerini cezalandırırsan destek olacaklarını söylediler ama Ali kendisine verilen şartlı desteğin gereğini yerine getirmedi. Bunu yerine ilk iş olarak Osman’ın kadrolarını tasfiye etti. İnsanlar Osman mazlum muydu yoksa darbe haklı bir gerekçeyle mi yapıldı bu konuda aydınlanmak isterken Ali’nin kadroları tasfiye etmesi insanları rahatsız etti.

Ali Osman’ın öldürülmesini haklı sebepler olduğu için katillerin yargılanmasına gerek yok nazarıyla bakıyordu ama müminlerin geniş ekseriyeti Osman mazlum mu yoksa haklı gerekçeler var mı tespit edilsin ve katiller yargılansın, suçlu bulunurlarsa kısas yapılsın istiyordu. Aslında müminlerin bu istediği hakka daha uygundu ama Ali böyle düşünmedi. Bu konuyu araştırdığında o dönem Ali’nin ortamın sakinleşmesini beklediği o yüzden Osman’ın katillerini hemen yargılamadı gibi bahaneler görürsün ama Ali dört yıl halife kaldı, ortam dört yılda sakinleşmez mi? Ayrıca Osman’ın katilleri gizli, bilinmez değildi hatta ordunun içindeydi. Buradan anla ki Ali katilleri haklı görmüş. Böyle düşünmese en azında orduda kalmalarına izin vermezdi. O yüzden şartlı destek verenler desteğini çekti. Bu yüzden sahabe üçe bölündü. Hz Aişe’nin taraftarları, Ali’nin taraftarları ve Muaviye’nin taraftarları. Ali, Osman’ın katilleri konusunu müminlerin istediği gibi çözüme kavuştursaydı belki de bu bölünmüşlük büyük oranda Ali’nin etrafında toplanacaktı. Ama tam aksine Cemel ve Sıffin savaşları oldu. Bu savaşların ana sebebi Osman’ın katilleri çözüme ulaşmaması yüzünden oluşan kutuplaşmadır. Muaviye de bu konuyu siyasi ranta dönüştürmüştür. Ali adeta kendi bacağına kurşun sıkmış. Bu yazdıklarımdan dolayı beni eleştirenler “Ali öyle biri değildi” diyenler olabilir. Şunu düşünmek lazım Ali’ye her zaman destek olan Zübeyir ve Talha gibi çok önemli iki sahabe Ali’den desteğini neden çekti? Zübeyir, Ebubekir’in yeğeniydi, o dönem halife seçiminde amcasına değil Ali’ye destek vermişti. Hatta bütün halife seçimlerinde bu iki sahabe Ali’nin yanında yer almıştır ama Osman’ın katillerinin yargılanmaları tarafındaydılar. Yargılanma olsun Osman haklı gerekçelerle mi öldürüldü yoksa yaptığı yanlışlar bu sonucu mu doğurdu bunun açıklığa kavuşmasını istedikleri için Ali’den desteklerini çektiler. Bu desteği çekilmesini de kendilerine Basra ve Kufe valiliklerinin verilmemesi gibi anlatılıyor. Bu iki sahabe peygamberimizin devlet başkanı olduğundan Halife Ömer’e kadar yönetim konusunda tecrübe kazanmış insanlardı. Ali bu iki sahabenin istediği valilikleri vermesi akılcı olurdu gibi görünüyor çünkü bu iki sahabe kendilerinin hiçbir etkisinin olmadığını görünce Hz Aişe’nin yanına geçtiler ve işte Cemel savaşı oldu. Bu savaşın sebebini de İfk hadisesi gibi gösteriyorlar ama özetle yazdığım bu ortamda yıllar önce Hz Aişe’ye zina iftirası atıldığında Ali’nin peygamberimize “için rahat etmiyorsa boşa gitsin” sözü üzerine savaş başlaması pek mümkün görünmüyor. Hz Aişe bu lafı unutmamış olabilir bu ayrı bir şey ama ortam Osman’ın katillerinin yargılanmaması yüzünden gerilmiş ve kutuplaşmışken Cemel savaşı İfk hadisesi yüzünden oldu demek komik olur. Bu kutuplaşma savaş getirdi. Aişe’e ile Cemel Muaviye ile Sıffin savaşını yaptı. Emeviler daha sonra Ali’yi darbecilerden yana olmakla suçlasa da aslında Ali, vurguladığım gibi Osman’ın başına geleni hak ettiği düşüncesindeydi. Bu ısrar kendisinden sonraki yönetime bile siyasi malzeme verdi. Peki Ali istese bu darbeyi durdurabilir miydi? Oğulları Hasan ve Hüseyin’i göndermek yerine kendisini bir şeyler yapmaya kalksaydı muhtemelen ilmin kapısı ve savaş kahramanı biri olarak engelleyebilirdi. Burayı da çok iyi değerlendirmek lazım. Eğer Ali, Osman’ın öldürlmesini engelleseydi, yine halife seçimine gidilecekti, çünkü Osman’ın halifeliğini devam ettirmesi mümkün olmazdı. Ali bu sefer bütün bölgenin desteğini alarak halife seçilirdi. Kendisine karşı çıkan kimse olmazdı. Ben tarafsız bakıp Ali neden Osman’ın katillerini yargılamadı da bu kadar şeyi göze aldı diye düşündüğümde, Osman, Rebi’b b. Ziyad ve Abdullah b Sa'd b Ebi Serh’i vali atayıp bunlar da halktan köle yapmak için on iki on üç yaşında çocuklar istemesini ve diğer zulümleri gören Ali’nin Osman’ın katillerini yargılamamasını anlayabiliyorum. Yüzyılların zulmü olan kölelik ilgili ayetlerin inmesiyle Halife Ömer dönemine kadar bitmişti. Osman’ın halifeliği köleliğin yeniden başladığı dönem oldu. Peki Ali, Osman’ın katillerini yargılamadığında olacakları öngörmüş müdür? Muhtemelen öngörmüştür ama kararlılığı ve savaş kahramanı olması çıkacak her isyanı hatta savaşı bastırabileceğini düşündürmüş olmalı ki zaten savaşları kazanmıştır ama Muaviye’yle yaptığı Sıffin savaşından sonra Muaviye kimin halife olacağına karara veren heyetin görüşüne uymadan kendisini halife ilan etti. Biz yaşanmış olayları incelediğimiz için ne zaman ne yapsaydı daha iyi olabilirdi diyebiliyoruz. Mesela Ali özellikle Talha ve Zübeyr kendisinden ayrılıp Ayşe'nin tarafına geçince, kutuplaşmanın artık son noktaya ulaştığını gördüğünde Osman’a yapılan darbeyi ve öldürülmesini bir heyetin araştırmasına bıraksaydı, çıkan sonuç herkesi sakinleştirirdi. Asıl bundan sonrası için bu özeti yaptım; Böylece Ali, Mekke’nin fethinden sonra geç dönem Müslüman olan halkın Kur’an uygulamaları ve sünneti öğrenmesini, bilgilenmesini sağlayabilir ve kendisinden hemen sonra Emevi zihniyeti yönetime gelmezdi. Belki yine Kur’an ve sünnete bağlı birisi halife olabilirdi. Bütün sıkıntınız olan Emeviler döneminde “cahiliye dönemi” uygulamaları İslam’ın bir parçası gibi gösterilmez belki de tarih başka türlü yaşanırdı. Ama muhtemelen Ali savaş kahramanı olduğu için çıkan savaşları üstesinden geleceğini düşünmüş olmalı ki zaten üstesinden de gelmiştir ama sonuç istediği gibi olmadı ve kendisinden sonra cahil Emeviler yönetime geldi.

Emeviler, 630’da Mekke’nin fethinden sonra Müslüman oldu. 644’te de devletin yönetime geçti. Emevilerle ilgili en büyük problem, bahsettiğim gibi, bu insanlar peygamberimizden Kur’an eğitimi almamıştı. Zaten peygamberimiz Mekke’nin fethinden iki sene sonra 632’de vefat etti. Emeviler devletin yönetimine geçince, yüzyıllardır uygulayageldikleri cahiliye dönemi bütün adetleri İslam’a taşıdılar. O dönemin ilim adamları da farklı değildi. Onlar da kitaplarında, İslam’a taşınan cahiliye dönemi adetlerini sanki İslam’ın bir parçasıymış gibi yazdılar. Halife Ömer’in “Arap’ın Arap’a köle olma dönemi bitmiştir” sözünü Emevi ilim adamları Arap olmayanların köleleştirilebileceğine dönüştürdü ve kölelik yerleşti. Halife Osman’la başlayan bozulma Emevilerle beraber kitaplara yazılmaya başlandı. Bu dönemde “peygamberimizin de köleleri cariyeler vardı” diye zemin oluşturuldu. “Peygamberin de kölesi cariyesi vardı” diye göstermeleri gerekiyor ki “İslam’da kölelik var” diyebilsinler. Muhammed dördüncü ayet geldikten sonra savaş sonucu yeni köle edine dönemi bitmiştir. Yeni köle edinme yolu bir tek savaştır. Allah savaş yapma şartlarını da bildirdi. Kafana göre savaş açma dönemi de bitmiştir. Ayet esirleri serbest bırakmayı şart koştuktan sonra bir peygamber bu çizginin dışına çıkamaz, kimseyi köle yapamaz. Ama dediğim gibi Emevi zihniyeti Arap örfünü özellikle köleliği İslam’a taşıyabilmek için peygamberimizi yaptığı savaşlarda toprak, ganimet, köle elde etmiş gibi gösterdiler.

Kölelik üzerinden verdiğim örnek gibi Emeviler yönetime geldiğinde Kur'an bir kenara bırakıldı. Ondan sonra da yazılan mezhep kitapları başvuru kaynağı oldu. Peygamberimizden Halife Ömer'in yönetimine bölgeye düzen getiren Kur'an emevilerle beraber devre dışı bırak8lınca İslam dünyası geri kalmaktan başka seçeneği kalmadı.

Tarikat Kitaplarındaki Sapıklıklar

Bir zamanlar Müslümanlar üstte örneğini verdiğim gibi mütefekkir yani düşünür yetiştirebilmiş. Daha sonraları yeni düşünürler, bilim adamları yetişmemesinin sebebi tarikat oluşumlarıdır. Tarikatta efendiye sorgusuz sualsiz itaat vardır. Adına ister tarikat de ister başka şey, insanlar bir kişinin etrafında toplanmaya başladığı günden itibaren İslam dünyasında düşünme bitmiştir. Efendi/şeyh ne anlatırsa ona inanılır, sorgulanmaz. Bu yüzden İslam dünyasında yeni düşünürler çıkmamıştır. Bugün İslami yayınlarda en çok satan kitaplardan örnek vereyim ne demek istediğim daha iyi anlaşılsın. Alttaki paragraflar Menzil tarikatı diye bilinen oluşumun şeyhi Abdulhakim el-Huseyni tarafından kaleme alınmış.

"...Bir gün şeyhi, İbrahim Ethem'i çağırır. 'Benim canım şarap istiyor. Falan çarşıda, falan dükkanda vardır. Git, bana al getir der. İbrahim Ethem hiç kalbini bozmadan, itikadını zedelemeden hemen kalkıp söylenen dükkana gider. Şarabı alır getirir, şeyhine arz eder. Şeyhi 'istemiyorum artık, canım istemiyor' diyerek şarabı reddeder. İbrahim Ethem için imtihan devresi başlamıştır artık. Şeyh onu tecrübelerinden geçirmektedir. Aradan bir müddet geçer, Şeyhi onu tekrar çağırarak, 'canım güzel bir kadın istiyor' der. İbrahim Ethem 'Peki kurban' diyerek huzurundan çıkar. Düşünmeye başlar, 'Şeyhimin emrini acaba nasıl yerine getireceğim' diye. 'Eskiden olsaydı padişahlık zamanında etrafımda birçok güzel kadın vardı. Fakat şimdi ne yaparım? Şeyhimin arzusunu nasıl yerine getireceğim?' diye düşüne düşüne eve varır. Eve girer, karısına 'Hanım kalk, en iyi elbiselerini giyin. Ziynetini tak, beraberce şeyhimin yanına gideceğiz' der. Hanımı hazırlanır, beraberce çıkarlar. Şeyhinin huzuruna vararak 'Efendim, emriniz üzere getirdim' der. Şeyhi 'Neyi getirdin?' diye sorunca: 'Siz benden genç ve güzel bir kadın istememiş miydiniz? Kendi hanımımdan daha güzelini bulma imkanım olmadığından onu getirdim' diye durumu arz eder.

Şeyhi İbrahim Ethem'in hanımını hemen geri gönderir. Yapmış olduğu bu tecrübeyi kâfi görür. İtikadını, teslimiyetini tam olarak ölçen şeyh, hemen İbrahim Ethem'e halifelik verir. İbrahim Ethem zamanın en büyük evliyası olur.' ( Sohbetler-Seyyid Abdulhakim el-Huseyni s.126)

Müridlerin bu hikâyelerden aldığı ders; bir insana kul köle olursan, hiçbir şeyi sorgulamazsan evliya olursun. Bu insanlar Allah'ı hesaba katmıyor. Allah'ın Kur'an'ı Kerim'de akıl üzerine vurgu yaptığı olarca ayeti görmezden gelip bu saçmalıkları yazanlar, zaten İslam'ın bütün değerlerinin içi boşaltılmıştı, bunlar da insanları şeyhe kul köle yaptı. Alttaki paragraf da Ariflerin Menkıbeleri kitabından.

... Oğlunun şeyhe mürid olduğu haberi Mısır'da halifenin kulağına ulaştı. Son derece canı sıkıldı ve şeyhi öldürmek istedi. Fakat şeyhin yüzünü görür görmez ona mürid oldu. Halifenin karısı da onu görmek istedi. Şeyhi eve davet ettiler. Hatun ilerleyip şeyhin ayaklarına kapandı ve elini öpmek istedi. Şeyh tenasül aletini kaldırarak kadının eline verdi 'senin istediğin o değil budur' dedi ve semâya başladı. Bunun üzerine halifenin ona olan inancı birken bin oldu.' (Ariflerin Menkıbeleri s.487)

Bu kitapların müdavimleri şunları okuyup da bir saçmalık olduğunu dahi göremeyecek durumdalar. Allah böyle insanlara hidayet eder mi? Etmez, etmiyor, etmeyecek.

Peygamberle (a.s) Mücadele Eden Kadın

İslam dünyası kula kul olurken Allah Kur'an'da insanların peygamberimize bile itiraz ettiklerinin örneğini veriyor. Hayatın Sırrı'nda Kur'an'ı Kim Açıklar? sayfasında Resul ve Nebi farkını yazdığım bir bölümü kopyalayayım. Bir kadın peygamberimize itirazı bırak verdiği kararı beğenmeyip peygamberimizi Allah'a şikayet ediyor. Düşün üstte tarikat kitaplarıyla altta yazdıklarımı kıyas et.

İkinci örnekte Mücadele suresindeki kadını göstereceğim. Önce Nisa suresindeki ayetleri göstereyim. Altmış dörtte diyor ki Biz hiçbir resulü, Allah’ın izniyle kendisine itaat edilmesi dışında bir amaçla göndermedik. Altmış beşinci ayette de şöyle deniyor Hayır! rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe, iman etmiş olmazlar. Mücadele suresinin ilk ayetinde anlatılan, bir kadın peygamberimize gelip kocasının zıhar yaptığını söylüyor, zıhar bir erkeğin eşine "sen bana anamın sırtı gibisin" demek. Evlilik devam ediyor gibi oluyor ama cinsel birliktelik bitmiş oluyor. Kadın peygamberimize gelip bu olayı anlatınca peygamberimizin kadına "bana göre eşine dönemezsin" dediği rivayet ediliyor ama kadın peygamberimizin bu hükmünü kabul etmiyor. Kabul etmemesini bırak, böyle söylediği için peygamberimizi Allah'a şikayet ediyor. Ayet bu; Allâh, kocası hakkında seninle tartışan ve Allâh’a şikâyette bulunan kadının sözünü işitti. Allâh, ikinizin birbirinizle konuşmanızı işitir. Çünkü Allâh işitendir, görendir. Surenin adı mücadele, o kadının mücadelesini anlatıyor. Eğer bu ayetleri resul ve nebi farkına bakmadan okursak çelişki oluyor. Nisa suresinin ayetlerinde peygamberimizi hakem yapıp verdiği karara boyun eğmeyenlerin iman etmiş olamayacağını söylüyordu, o kadın da peygamberimizi hakem yaptı, derdini anlattı ama peygamberimizin verdiği karara itiraz etti, hatta Allah'a da şikayet etti ama peygamberimiz kadına "senin böyle demeye hakkın yok, benim kararıma itiraz etme" gibi bir şey söylemedi çünkü "bana göre eşine dönemezsin" diyen nebi Muhammed (a.s) idi. O zaman kadar bu konu ile ilgili bir ayet inmemişti, olsaydı peygamberimiz o ayetleri söyler "bu ayetlere göre kocana dönersin/dönemezsin" derdi. O zaman kadının itiraz hakkı olmazdı çünkü konuşan resul olurdu yani Allah'ın hükümlerini söylemiş olurdu. Mücadele suresinin ilk ayetlerine bakarsan zıharla ilgili hükümler yeni inmeye başlamış. Allah ikinci ayette şöyle diyor İçinizden eşlerine zıhar yapanlar; bilsinler ki, o eşleri onların anaları değildir. Onların anaları ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar hoş karşılanmayan ve yalan bir söz söylüyorlar. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır. O kadın peygamberimize geldiğinde bu hüküm henüz inmemişti, o yüzden peygamberimiz "bana göre eşine dönemezsin" diyerek kendi fikrini söylemiş. Bu söz ayet olmadığı için kadın itiraz etmiş. Tıpkı Hubab'ın Bedir gazvesi ve ve Hayber'in fethinde peygamberimize itiraz etmesi gibi.

Kur'an bu örneklerle dolu. Bu işin bir yönü. Diğer yönü ise bu oluşumlar, efendiler, şeyhler İslam diye mezheplerin değiştirilmiş kitaplarını yaşamaya başladı. Hiç sorgulamadılar. Düşünmek, soru sormak, sorgulamak yasak olduğu için İslam'ın Kur'an'dan kopartıldığını fark etmediler. Elbette herkes kör değildi. Yaşadığı dönemde bunları ve çok daha fazlasını fark edip itiraz edenler oldu ama çoğu zındıklık yaptığı gerekçesiyle idam edildi. Zındık, doğru bilinenin aksine konuşan demek. "Zındık" denilen bu insanlardan bu günde var. Mesela Abdülaziz Bayındır, Mustafa İslamoğlu, Mehmet Okuyan, Bayraktar Bayraklı vs. Eğer Türkiye'de laiklik olmasaydı bu saydığım hocalar çoktan idam edilirdi. Eğer ateist, deist veya müslümansan gerçek İslam'ı görmek için bu saydığım hocaları takip etmen gerek.

Allah Uyarmıştı

İster Mezhepler olsun isterse de tarikat cemaat oluşumları olsun Allah "fırkalara/cemaatlere ayrılmayın" demişti. Kimse alttaki gibi ayetleri görmek, üstüne alınmak istememiş.

Müminun Suresi

Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım

51. Siz ey elçiler! Güzel şeylerden yiyin ve yaptığınız işin en iyisini yapın. Şüphesiz Ben, yaptıklarınızı bilmekteyim.

52. Ve şüphesiz; işte bu sizin ümmetinizdir, bir tek ümmet! Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse Benden korkup sakının!

53. Derken, aralarında dinlerini çeşitli kitaplara parçalayıp böldüler. Her cemaat/her grup, kendi yanlarında bulunan ile yetinip sevinmektedir!

54. Artık onları, bir süreye kadar gafletleri/taşkınlıkları içinde bırak!

55. Sanıyorlar mı ki; kendilerine bolca verdiğimiz, mal/hammaddeler ve çocuklar ile,

56. onların iyiliklerine koşuyoruz? Hayır, onlar farkında olamıyorlar.

Alttaki resmi Vikipedi'den aldım. İslam dünyası neden bir türlü düzelemiyor diye sorduğumuzda Allah'ın üstteki 53. ayette söylediğini alttaki Mezheplerde uygulama olarak görüyoruz. Her Mezhep kendi kitabına sarılmış "İslam burada" diyor.

mezheplerin ayrımını gösteren şema

İslam dünyasında düşünür olmadığını buralardan çok rahat görebilirsin. Eğer düşünen insanlar olsaydı Allah'ın "fırkalara/cemaatlere bölünmeyin" dediği halde seksen fırkaya ayrıldıklarını görebilirlerdi. Bu sayfada Abdülaziz hoca ve Bayraktar hocadan açıklama göstereceğim. İkisini de dinlemelisin. Bu sayfayı her kim okuyorsa şu an yaşanan dinin İslam olmadığına inanmıyorsan, Mezhepler evlenme boşanma ve kadın haklarını yok etmek için ayetleri nasıl çarpıtmışlar alttaki videoda görebilirsin. Kur'an başka şeyler söylüyor mezhepler başka şey yapıyor. İşte fırsat sana. Bütün bu çarpıklıkları görüp anlatan hocaların başında Abdülaziz hoca geliyor.

Mezhepler Evlenme Boşanma Ve Kadın Haklarını Nasıl Yok Etti? (20 Dakika)

İslam Dünyası Yüzyıllar Önce Çalışmayı Bırakmış

İslam dünyası dinlediğin bu konuşmaları anlayacak kafada bile değil. Sanki uyuşturucu madde almış, kafa bir ton, yanlış yaptığını söyleyen insanlara "sen sapıksın" diyor. İslam dünyasında çalışma olayı bitmiş. Oysa ki Allah Kur'an'da ancak çalışanların başarı elde edeceğini yazmış, hem de kaç ayette. Bunun dahi farkında değiller. Farkında olsalar Orta Doğu'da, Arap yarım adasında bir kıpırtı görürdük. Ancak 1000 yıllık hurafeleri tekrarlayıp duruyorlar. Bizde bir tarikata gir sana verecekleri ilk şey günde 1000 defa "la ilahe illallah" deme ödevi. Yıllarca günde 1000 defa la ilahe illallah diyeceksin, anlamadan Arapça Kur'an okuyacaksın, bir de efendi ne anlatıyorsa onu doğru bileceksin. İslam dünyasının durumu bu. Çalışmayan bu adamlar bugünkü durumlarından farklı bir yerde olmayı hak ediyor mu? Neden hak etmediklerini alttaki dua kartlarından anlayabilirsin. Bir şeyi elde etmek için ya bir sureyi ya bir duayı ya da Allah'ın bir ismini defalarca tekrar etmeyi tavsiye ediyorlar.

dua kartı

dua kartı

İslam dünyasında başarı artık çalışarak değil dua ederek beklenen bir şey. Halbuki kul çalışmadan Allah hiçbir şey vermez istersen kıyamete kadar dua et, avucunu yalarsın. Zaten İslam dünyasının halinden her şey belli oluyor. Akıl bitmiş, gitmiş. Akılını kullanmayan insanlar topluluğu olmuşuz. Alttaki yazıyı sosyal medyadan aldım. Hocanın adına bak sonra da tavsiyelerini oku yazacaklarım bitmedi.

Bu okuduğun, İslam dünyasını bugünkü hale getiren zihniyettir. Zengin olmak Vakia suresini okumaya bağlanmış. Vakia suresi kıyameti anlatıyor. Bunu kırk defa okuyarak nasıl zengin olabilirsin? Bunların hepsi uydurma. Muhtemelen bunları Yahudiler uydurdu, bizim kitaplarımıza yerleştirdi. Son peygamberi sırf Arapların içinden seçildi diye kabul etmediler ve o gün bugün İslam aleyhine çalışmaya başladılar. Üstte okuduğun rivayetler, müslümanlar geri kalsın diye uydurulmuş şeyler. Kimse çalışmasın, sürekli bir şeyleri tekrar etsin ve geri kalsınlar. Allahualem Yahudilerin amaçları buydu ve o yazıyı yazan hocalar sayesinde başarılı da oldular. Müslümanlar aklını kullanmayı bıraktığı gün geri kalmaya başladılar.

Peygamberimizin zamanını düşünürsek insanlar köle diye satılıyordu, kadınların hiçbir değeri yoktu, miras hukuku yoktu, savaş hukuku yoktu vs Kur'an inince Müslümanlar kısa zamanda bölgenin hakimi oldular. Bazı sureleri kırk defa okuyarak mı? Hayır, Allah'ın kurallarını uygulayarak. Şu an Kur'an'dan kopulduğu, mezhep kitaplarına uyulduğu için sürünüyoruz. Ateistler deistler de Kur'an yüzünden bu halde olduğumuzu zannediyor. Bu kadar şeyi bilip de bir kişiye dahi anlatamamış olmak rahatsız ediyor beni ama hiç değilse senin anlayacağını düşünüyorum. Sen kuzenlerimiz gibi değilsin. Bir zamanlar namaz kılıyordun. Asıl yaşam o. Hurafeleri, geri kalma sebeplerini görmen lazım ki bir gün tekrar dönüş yapabilesin. Biliyorum bu sayfayı kimse okumayacak. Ben bunları yakınımdaki herkese anlatmaya çalıştım ama onlar bu konuları konuştuğumuzu dahi hatırlamıyordur. Eğer bu sayfayı internetten bulup buraya kadar okuyan biri varsa ahirette tanışmak isterim. "Derdin neydi, sen niye sayfa uzun deyip gitmedin, kimseye anlatamadığım şeyleri okudun" diye sormak isterim.

Şirk; Kara Gecede Kara Kaya Üzerindeki Kara Karınca Gibidir

Dahası İslam Dünyası şirke girdi. Tarikat ve cemaatler insanları şirke sokuyor. Alttaki yazı İsmailağa cemaatinin yayınlarından.

ismailağa şirk kitabı

Şirkin kaynağı mezarlardır. Çoğu insan şirke girdiğinin farkında bile değildir. Şirk, kara gecede kara kaya üzerinde yürüyen kara karınca gibidir. Bunu ileride göstereceğim. Hadis dedikleri o söz uydurmadır. Bu adamlar çalışmak yerine mezardaki ölüye gidip "şu konuda ne yapalım" demeyi tercih etti. Buna itiraz edince sana Vahabi diyorlar. Onlar da bir Mezhep, doğrusunu söylüyorlar "mezarlardan yardım göremezsiniz" diyorlar. Bu söz Eyüp Sultanın girişinde Arapça metin olarak yazıyor.

eyüp sultan camii şirk yazısı

Bunun hayata yansıması da şöyle oluyor. İsmailağa cemaatinin lideri Mahmut efendinin ölülerle görüştüğünü iddia ediyorlar ama Kur'an, ölülerin duyamayacağı ayetleriyle dolu. Onlar bu ayetleri görmezden gelip ölmüş olan Abdülkadir Geylani'den yardım istiyor. Allah'tan değil de bir ölüden yardım istersen Allah seni kendi haline bırakır.

mahmut efendi şirk

Bu sayfa kontrolden çıkmasın. Daha fazla örnek göstermeyeyim. "Şirk" bölümüne gelince görürsün o örnekleri.

Kabe'de Yapılan Filistin Duası

Müslümanların durumunu anlayabilmek için Orta Doğu'da ki olaylara bakmak lazım. Kabe'de yapılan duayı göstereceğim. Kabe'de yapılan dua İsrail'in Gazze'de yaptığı katliamlarla ilgili. Yanlış hatırlamıyorsam alttaki dua 2008'de ki "Gazze Savaşı" sonrası yapıldı. Dua Arapça altyazı Türkçe. Duanın baş tarafı Gazze'ye ve diğer müslüman ülkelerdeki katliamlara sessiz kalan diğer müslüman ülkelere hitaben. Bir yerde "domuzları maymunları sana şikayet ediyorum" diyor "bu ne ya" deme Maide altmışta geçiyor bu ifade De ki “Allah katında cezası daha kötü olanları size bildireyim mi? Allah’ın dışladığı (lanetlediği), gazabına uğrattığı, kimini maymunlara, kimini domuzlara çevirdiği kimseler ve bir de azgınlara kul olanlar var ya, işte onların durumu daha kötüdür. Onlar, doğru yoldan iyice sapmışlardır.” Bu ifadeler mecazdır. Maymun, oyun yaparak bir şeyleri alır, gizler, oynar, domuzun da burnu her zaman pislik içindedir. Bunu anlatıyor. Dua altı dakika, peşine İsrail'in ne yaptığını görmen için iki dakikalık Gazze'yi bombalama haberi ekledim, bunun peşine de Bakara suresinin ayetlerini ekledim. Sorun olursa alttaki linke tıkla.

Kabe imamı Filistin duası

Kabe imamı Filistin duası

Bu duayı yapan kişinin görevinden alındığını söylüyorlar. Doğru olma ihtimali yüksektir. Birincisi bu sesi bir daha Kabe'de duymadım. Ara sıra bu sesi duyacak mıyım diye oradaki dualara namazlara baktım duymadım. İkincisi Suudi Arabistan Amerika'nın kölesidir. Devletin böyle bir duaya izin vereceğini zannetmiyorum. Amerika demek İsrail demek. Zaten büyük İsrail devletini kurmaya çalışıyorlar. Arabistan'da demokrasi olmadığı için insanlar sürekli birinin izniyle iş yapıyorlar. Bu dua için izin istenseydi verilmeyeceğini düşünüyorum. Ahirette bu duayı yapan, hazırlayan insanlarla tanışmak istiyorum. Duayı iki kişinin yaptığını fark ettin mi? Duanın son cümlelerini başkası tamamlıyor. Sesleri çok benziyor. O ikisiyle ahirette tanışacağım, bulacağım onları.

Müslümanların Elinde Duadan Başka Bir Şey Kalmadı

İsrail'in ve Amerika'nın bu kadar müslümanı öldürmesine ve müslümanların da dua etmesine karşın Allah müslümanlara yardım etmiyor çünkü dediğim gibi islam dünyası Kur'an'dan koptu, çalışmayı bıraktı ve şirke girdi. Mezheplere bölündük. İran Şii, Arabistan Vahabi, tek tek yazmayım, Sünniler kendi içinde kaç kola ayrıldı. İslam dünyası karma karışık gruplara bölünmüş. Halbuki Allah uyarıyor, "fırkalara ayrılmayın" üstte ayetlerini yazdım. Bu ayetler olmasına rağmen İslam dünyası gruplara ayrılmış. Amerika ve İsrail bütün müslüman ülkeleri mezhepleri kullanarak böldü ve bölmeye devam edecek. Aklından "Allah niye yardım etmiyor, o kadar insan ölüyor. madem yaratan o, bunları düzeltebilir" gibi sorular geçmesin çünkü Allah bizim mahalleden, okuldan, yazlıktan vs arkadaşımız değildir. Allah yaratıcıdır. Yaratan şartları, kuralları, sistemi belirlemiş. Yukarıda "fırkalara ayrılmayın" dediği ayetleri yazdım. Bu ayetlere rağmen fırkalara ayrılırsan yardım göremezsin. Önce Allah'ın "yapmayın" dediği mevcut yanlışları düzelteceksin ki Allah kendimizi değiştirdiğimizi görsün yardım etsin. Hiçbir şey yapmadan yatan bir kitleye Allah yardım etmez. Allah'ın sistemine uyarsan mecburen çalışmak zorunda kalırsın. Müslümanlar diyor ki "hasta olunca iyileştiren Allah, benim rızkımı veren Allah, beni koruyan Allah vs vs" Her konuda Allah'tan bir şey bekliyor. Tamam doğru Allah her konuda bize yardım ediyor, sağlıktan evimize giren her şeye kadar veren Allah ama o zaman inanmayan insanların kafirlerin Avrupa'nın Amerika'nın Uzak Doğu'nun neden Müslümanlardan daha ileride olduğunu izah etmemiz gerekiyor. Bunun birinci sebebi Kur'anı kabul etmemeleri. Eğer Kur'an'ı kabul eder ama Kur'an'a uymazlarsa yani bu günkü Müslümanlar gibi yaparlarsa aynı şekilde Allah onlara da ceza verir. Kur'an bunu söylüyor ama onlar Kur'an'ı kabul etmedikleri için bu hükümlerden muaf oluyor. Allah zalim değildir. İnsanlar önce kuralları bilmeli ki cezayı hak etsin. İkinci sebep onlar "Allah bize verir" demiyorlar çalışıyorlar. Allah da kafir inanan ayırmadan bu dünyada çalışmaların karşılığını veriyor. Müslümanlar çalışmadan sadece Allah'tan istiyorlar. O zaman da olmuyor eksik kalıyor. Adamlar laboratuvarlarında Aids'e, kansere çare arıyorlar, gökyüzünde F 16'lar uçuyor, denizin dibinde denizaltıları var. İnternetten yazdığımız her şeyi takip ediyor, cep telefonlarımızda bilgisayarlarımızda arka kapılar var buralardan girip ne var ne yok bakıyorlar. Onlar bu kadar ileri giderken Müslümanlar da bir o kadar geri gittiler. Müslümanların çalışmanın ne kadar önemli olduğunu anlamaları idrak etmeleri gerekiyor yoksa ileride yaşayacakları ülkeleri kalmayacak. Yahudi ve Hristiyanlar hepsini tek tek ele geçirecekler. Allah alttaki ayette ne diyor

Maide

Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım

48 - Gerçekleri içeren bu Kitabı sana, önceki Kitapları tasdik edici ve koruyucu özellikte indirdik. O halde aralarında Allah’ın indirdiği (Kitap) ile hükmet. Sana gelen doğruları bırakıp onların arzularına uyma. Sizden (siz nebilerden) her birine bir şeriat (kitap) ve bir yöntem (hikmet) verdik. Allah, gerek görseydi sizi tek bir toplum (tek bir nebînin ümmeti) yapardı. Oysa verdiği şeylerle sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmek için (böyle yaptı). Öyleyse (tartışma yerine) iyi işlerde yarışın. (Mahşer günü) Hep birlikte Allah’ın huzuruna götürüleceksiniz. Anlaşmazlığa düştüğünüz konuları size, o zaman bildirecektir.

"Yalnız Sana İbadet Eder Yalnız Senden Yardım Dileriz"

Allah Yahudi ve Hıristiyanlarla yarışmamızı istiyor. İslam dünyası Yahudi ve Hiristiyanlarla yarışması gerektiğini söyleyen bu ayetin farkında olsa böyle geri kalır mıydı? Ancak hiçbir şey yapmadan Allah'tan istiyorlar. Fatiha Suresinde "Yalnız sana ibadet eder yalnız senden yardım dileriz" diyoruz. Önce ibadet sonra isteme geliyor. Bizim daha ibadetlerimiz bile doğru düzgün değil, şirk karışmış. Önce kul bir şey yapacak, bir şeyi başlatacak, sonra Allah'tan yardım isteyecek o zaman Allah'ım yardımını alacaksın. Sistem bu. Allah bu yüzden islam alemini kendi haline bıraktı. Ahiretin sistemi de burada hangi amelleri yaptıysan ahirette de ona karşılık ne geliyorsa onu alacaksın. Allah kimseyi "sen cennete sen cehenneme" diye ayırmayacak. Dünyada ne yapmışsan, o neye denk geliyorsa, ahirette onu alacaksın.

İslam Dünyası Neden Böyle Cevabı

İslam dünyası neden böle anlamak için Bayraktar hocadan bir ders göstermek istiyorum. Bunları anlatanı bulmak zor. O yüzden dinlemeni tavsiye ederim. Bayraktar hoca Marmara İlahiyat'ta hocaydı emekli oldu. Yeryüzündeki en kuvvetli hafızlardan biri. Kur'an'ı ezberleyene hafız deniyor ama önemli olan bir konu hakkında konuşurken onunla ilgili ayetleri hatırlayıp söyleyebilmek. Bayraktar hoca bunu en iyi yapanlardan. Derste de görürsün. Bayraktar hoca da çocukluğundan beri kendisine anlatılan dinin ve kendisinin de çocuklara anlattığı dinin Kur'an'daki islam olmadığını Kur'an tefsiri yazmaya başlayınca görmüş. Az önce bahsetmiştim. Onun gözünden, Kur'an'da ki ayetlerle bu yazdıklarımın özetini dinlemeni isteyeceğim.

Aklıma geldi İslam dünyası ateistlerin iddia ettiği gibi Kur'an'a uyduğu için geri kalmadı. Tam aksine Kur'an'a uymadığı için geri kaldı. Bu çok önemli. Yukarıdaki resimleri hazırlayan ateistlerin imanı olmadığı için bunları anlamaları mümkün değil ama senin imanın var. İslam dünyası neden böyle, bu savaşlar neden bitmiyor, sürekli yenisi çıkıyor bu iki dersle dersle anlamaya başlarsın. Dersin iki bölüm olduğunu şimdi söylüyorum. Ne kadar geç söylersem o kadar iyidir dedim. Aklıma Amerikanın işgalleri ve dedeler geldi. Bunu da göstereyim. Alttaki video iki buçuk dakika. Hepsine bak. Zaten kısacık. Buna Cehri Zikir deniyor. Açıktan yapıla zikir demek. Mantığını anlamaya çalışma, anlayamazsın, ben de anlamıyorum. Bu hayatta pek çok şeyin neden olduğunu veya olmadığını anladım ama insanlar neden böyle dans ediyor anlamıyorum. İzle öyle devam edelim.

Cehri Zikir (2 Dakika)

cehri zikir

Bu gördüğün dedeler adına zikir dedikleri bu dansı yaparken Amerika orta Doğu'da Müslüman ülkelere girdi, yüz binlerce insanı öldürdü, tecavüz etti, işkence yaptı. Irak'ta işkence gören, tecavüze uğrayan insanlar bütün insanlara özellikle müslüman ülkelere "bize yardım edin" diye feryat ettiler. Biz ne yaptık? Yukarıda gördüğün dansları yaptık adına zikir dedik. Peki Allah ne demiş?

Nisa Suresi

Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım

75 - Allah yolunda ve güçsüz bırakılmış çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda savaşmamak için ne gerekçeniz olabilir? Onlar(ezilenler) "Rabbimiz! Halkı yanlışlar içinde olan bu şehirden bizi çıkar, bize katından bir lider (veli) gönder, bize katından bir yardımcı gönder." diye yalvarıp dururlar.

76 - İnanıp güvenenler (müminler) Allah’ın yolunda savaşırlar, âyetleri görmezden gelenler (kafirler) ise o azgınların yolunda savaşırlar. Öyleyse siz, Şeytanın dostlarıyla (evliyasıyla) savaşın, çünkü şeytanın hilesi zayıftır.

Bu dedeler, çocukları, torunları nasıl yardım edecek? Daha bu ayetten bile haberleri yok. Ayrıca adamların teknolojisiyle bizim teknolojimiz bir değil ki? Buna cevap Kur'an'da, Bayraktar hocadan dinlemeni isteyeceğim. Bu dedeler klasik İslam anlayışına göre bir tarikatta veya cemaatte eğitim aldı. Şimdi Bayraktar Hocadan dinleyeceğin konuşma gibi bir konuşma duymadılar. Eğer bu dedelerin yirmi yaşında Bayraktar hoca gibi hocaları olsaydı, bu dersleri o zamanlar dinleselerdi bu dedeler teknoloji şirketleri kurardı. Yaşaları epey var. Gençliklerinde duydukları derslerin gereğini yaparlardı. İkinci derste bir ayet var Allah diyor ki "düşmanın sana hangi silahı hazırladıysa sen de ona aynısını hazırla" ayrıntısını ikinci derste hocadan dinle. Bak bu ayet Kur'an'da duruyor. Bu dedeler bu ayetlerden haberdar olmadıkları için daha doğrusu kimse onlara bu ayetleri anlatmadığı için, bu dedeler bugün gördüğün bu dansı yapıyorlar. Adına da zikir diyorlar ve bunun zikirle uzaktan yakından alakası yok. Bu dedelere İslam doğru düzgün anlatılsaydı, Ebu Garip cezaevindeki işkence veya herhangi bir yerdeki Müslümanlara yapılan işkenceler, tecavüzler, Amerika'nın Müslüman ülkeleri işgali söz konusu dahi olmazdı çünkü 1980'lerde bu dedeler roket yapma üzerine çalışıyor olurdu. Uçak sanayi tank sanayi üzerine üzerine çalışıyor olurlardı. Ayetlere olan imanları bunu yapmaya mecbur ederdi. 2000'lerde de onların çocukları Yapay Zeka üzerine çalışıyor olurdu. İmam Hatiplerdeki, İlahiyat Fakültelerindeki klasik İslam eğitimi, hatta tarikatlarda, cemaatlerde verilen hurafe eğitimi bu dedeleri, çocuklarını, torunlarını getirdi yer burası. Bayraktar Hoca gibi Abdülaziz Hoca gibi Mustafa Hoca gibi, Mehmet hoca gibi insanların dersleri ise Müslümanların Yahudi ve hıristiyanlarla yarıştıracak hale getirecek bilgiler içeriyor. Ama bu saydığım insanlara sapık diyorlar. Hatta ölmelerini istiyorlar.

Bu dersleri dinle. Çok şey öğreneceksin. Bayraktar hocanın anlattığı şekilde başka kimseden duyamazsın. Hoca çok güzel tespit, tahlil yapmış. On dakika dinle, sıkılıp sıkılmayacağın belli olur. Sanırım sıkılmayacaksın. Benim yapabileceğim doğrusunu göstermek. Bakıp bakmamak sana kalıyor. Bana öyle geliyor ki bu sayfalara, bu derslere bakarsan bir sen bir de Semih bakacak. Bugünkü kafamla bakınca, Hollanda'da bir yerde çalışırken bu dersleri dinleyecek konsantrasyonun olmayacak gibi geliyor bana. Dibimdeki adamlara on dakikalık "Allah dilediğini saptırmaz" dersi dinletemedim, Hollanda'da ki sana bunları nasıl dinleteceğim? Benim yapabileceğim bu kadar. Gerisi sana kalmış. Bu sadece bir örnek. Abdülaziz hoca, Mustafa hoca, Mehmet hoca da bunun gibi birçok konuşma yaptı. Hatta Mustafa İslamoğlu "bugünkü imam hatip, ilahiyat eğitimi geleceğin İşid'ini, Fetö'sünü yetiştiriyor, acilen değiştirilmeli" diyor ama duyan yok.

Büruç suresini anlatıyor. Kısa bir sure. Okumak istersen 85. sure www.suleymaniyevakfimeali.com/

27 - Büruc Suresi 4-11 - Bayraktar Bayraklı (58 Dakika)

27 - Büruc Suresi 12-22 - Bayraktar Bayraklı (42 Dakika)

arkadaşım Rahmi ve ben


İslam’ın sekizinci yüzyıldan itibaren Endülüs ve Sicilya’ya yerleşmesi, Avrupalıların da Haçlı seferleri sırasında doğu Akdeniz sahillerinde görünmeleri, taraflar arasında bir kültür alış-verişine imkân sağladı. Ancak bu, daha çok bir akültürasyon şeklinde gerçekleştiğinden, Batı Avrupa’nın İslam kültürünün birçok yönlerini benimsemesine neden oldu. Kuzey bölgelerinin dışında pek az yağmurun düştüğü İspanya’ya Müslümanlar gelişmiş bir sulama tekniği getirdiler. Sulama tekniği ile ilgili Arapçadan İspanyolcaya geçen birçok kelime bunun kanıtıdır. Sulama tekniğiyle birlikte İspanya’ya, sadece sulak yerlerde yetişen birçok bitki de girdi. Bunlar arasında -İngilizce karşılıkları bile Arapçadan geçmiş olanşeker kamışı, pirinç, portakal, limon, patlıcan, enginar, kayısı ve pamuk vardı. İspanyalı Müslümanlar, ziraattan madenciliğe, mensucattan kuyumculuğa, fildişi oymacılığından inşaat tekniğine, musikiden giyime kadar birçok alanda yerli halka göre çok ileri durumdaydılar ve bütün bunlardan en güzel şekilde yararlanıp “görkemli bir hayat” sürüyorlardı.

Görkemli hayatın bir parçası da bilim ve kitaplarla ünsiyetti. Daha sekizinci asrın ortalarında iken kâğıt yapmayı bilen Müslümanlar, kolayca eserler yazmaya başladılar. Kâğıt, Müslümanlar sayesinde İspanya ve Sicilya’dan sonra Avrupa’ya geçti. Müslümanların görkemli yaşayış tarzları, aslında onların hukuk ve düzen egemenliğinin bulunduğu şehir hayatlarının bir sonucuydu. İspanyolcada belediye işleri ile ticari ilişkileri denetlemeye yönelik Arapçadan geçmiş birçok kelimenin bulunuşu, öyle pek şaşılacak bir durum değildir. Endülüs belediyeleri, Müslümanların önceden tevarüs ettikleri binlerce yıllık şehir hayatı deneyimlerine dayanıyordu. Bu yüzden Rönesans’tan asırlarca önce Endülüs’ün başta Kurtuba olmak üzere diğer önemli merkezleri Avrupalı öğrenciler için önemli cazibe merkeziydi. Özellikle kendi dönemine göre üst düzeyde kabul edilebilecek sulama, kanalizasyon ve aydınlatma sistemlerine sahip olan Kurtuba şehri, bir ilim ve kültür şehriydi. Müslüman İspanya’nın sahip olduğu teknik ve entelektüel gelişmişlik düzeyinin etkilerinin, Avrupalı öğrenciler aracılığıyla kendi ülkelerine taşınmamış olduğu düşünülemez.

Ne var ki İslam dünyası zaman içerisinde durağanlaşmış ve belirli bir aşamadan sonra da gerilemeye başlamıştır. On altıncı yüzyıl, güç dengelerinde tam bir dönüşüm gerçekleştiği için dünya tarihi ve sonrasındaki şekillenmeler açısından adeta dönüm noktasıdır. Bu yüzyılın ortalarında İslam coğrafyası, Osmanlı’nın Batıdaki ilerleyişi sayesinde Viyana önlerine (1683) kadar genişlemiş, ancak yüzyılın son çeyreğinden itibaren durum tersine dönerek Batı, başta İslam dünyası olmak üzere dünyanın diğer coğrafyalarına üstünlük kurmaya başlamıştır. Böylece başta Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere diğer coğrafyalardaki Müslüman devletler Batılı devletlere yenik düşmeye başlamış ve on dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde İslam coğrafyasının önemli bir kısmı Batının sömürgesi haline gelmiştir.

Batı, ilerleyen zamanlarda iki önemli sosyal olgunun belirmesiyle, dünyanın diğer coğrafyalarını kendisine bağımlı hale getirerek hegemonik bir güç haline gelmiştir. Bunlardan ilki, Batıda teknik ve bilimsel yeniliklerin ortaya çıkışı; diğeri, dünyanın diğer coğrafyalarında tarıma dayalı bir iktisadî düzen söz konusu iken, Batıda toprağa dayalı feodal sistemi dönüştüren, daha çok finans ve ticari sermayeye dayanan ve burjuvazi olarak nitelendirilen yeni bir sınıfın doğmasıdır. Hiç kuşkusuz, tarım devriminin ve tarımsal artı ürüne ait denizaşırı ticaretin burjuvazinin ortaya çıkışında önemli rolü olmuştur. Batıdaki tekno-bilimsel gelişmeler (özellikle de savaş teknolojisindeki gelişme) sadece kapitalist üretimin artışını değil, ama aynı zamanda kapitalist üretimin gerektirdiği ham madde ihtiyacının karşılanması ve yeni pazarlar yaratılması amacıyla Batılı devletler tarafından gerçekleştirilen batı dışı coğrafyalardaki sömürgeleştirme sürecinin başarıya ulaşmasını sağlamıştır. Dolayısıyla on altıncı yüzyılın ortalarından itibaren Batıda görülen süreç, dünyanın diğer coğrafyalarının ham madde deposu ya da “periphery”e dönüştüren “kapitalist dünya sistem”inin gelişimidir. On yedinci yüzyıldan itibaren Batılı devletlerin izlediği sömürgeci yayılım ve merkantilist (ticari ya da müdahaleci) kapitalizm politikaları, uzun süreçte, başta İslam dünyası olmak üzere diğer Batı dışı toplumlarda “modernleşme” olarak nitelendirilen dönüşümleri de beraberinde getirmiştir. Bu süreç, “geri kalmışlık” sorunsalının özellikle siyasî elitler ve yerel aydınlar düzeyinde tartışılmasının temel saiklerinden birisi olmuştur.

ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Cilt: 17, Sayı: 2, 2008 s. 3-6 / Abdurrahman Kurt'un makalesinden