Gelelim buraya kadar yazdığım hastalık hastane sürecinin bana ne verdiğine dair bulduğum cevaplara. Bu bölümü, günlüğümü yazıp bitirdikten sonradan ekledim. Ben bu günlüğü "cevap" dediğim bu videoları bilmeden yazdım. Daha sonra bu cevapları herkese göstermek istedim. tek derdim Allah’ın insanlara ne kadar yakın olduğunu görmelerini istemem. İstediğin videoya çabuk ulaşabil diye sayfa içi link ekledim. Önce bütün videoların adını yazayım. İsme tıklarsan o videoya gider ama sırayla okumalısın.
Dördüncü sıradaki Mustafa hocanın Zül Celal ve İkramı ismini anlattığı yerde her şey netleşecek. Sanırım sonrasını daha keyifle dinleyeceksin.
Allah bu dünyayı niçin yarattı bunu görmeye çalışarak başlayalım.
Hud suresinin yedinci ayeti şöyle;
Hud
Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım
7. Gökleri ve yeri altı günde yaratan da odur. O sırada, yönetim merkezi (arşı) suyun üstündeydi. Onları yaratması, hanginiz daha iyi davranacak diye sizi zorlu bir imtihandan geçirmesi içindir. Onlara “Öldükten sonra tekrar diriltileceksiniz.” desen, ayetleri görmezlikte direnenler kesinlikle şöyle derler: “Bu açık bir sihirden başka bir şey değil!”
Bu ayeti ilk defa gören veya ilk defa dikkat eden olabilir. Belki aklına yer ve gök nasıl altı günde yaratılır diye bir soru gelebilir. Bize göre bir gün dünyanın kendi etrafında bir tur atmasıyla oluşuyor. Ayette göklerin ve yerin yaratılmasından bahsedildiğine göre bildiğimiz günü gösteren güneş ve dünyanın henüz olmadığını görebiliriz. Demek ki bu bizim bildiğimiz gün değil. Allah Meariç suresinin dördüncü ayetinde yeniden diriliş öncesinde elli bin güne denk bir günden bahsediyor. Süresi elli bin yıl olan bir günde (tekrar diriliş öncesinde) melekler ve ruhlar O’na yükselir. O zaman da bildiğimiz dünya ve güneş olmayacağı için bu sürelerin bizim bildiğimiz günle ilgisi yoktur. Allah bu konuda özel bilgi vermediği için biz altı günü altı evre diye düşünebiliriz.
Bu ayette Allah gökleri ve yeri sizi zorlu bir imtihandan geçirmek ve hanginizin daha iyi davranacağını belirlemek için yaratmıştır diyor. Peki Allah insanı niçin yaratmış? Bunun bir kaç tane cevabı var. İmtihanla ilgili kısmı şimdi, Allah’a kul olma kısmını daha sonra ele alacağım. Şu an bakacağımız cevap İnsan Suresinde ve Mülk surelerinde
İnsan
Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım
2. Biz insanı, çok bileşenli döllenmiş yumurtadan yarattık. Yıpratıcı bir imtihandan geçireceğiz; o nedenle onu dinleyen ve gören bir varlık haline getirdik.
3. Ona doğru yolu gösterdik; ister görevini yapar, isterse o yolu görmezlikten gelir (kâfir olur).
Göklerin, yerin ve insanın yaratılması imtihandan geçmek içinmiş. Bu ayetlerde nebtelīhi kelimesini imtihan diye çevriliyor. Bu kelime blv kökünden geliyor. Blv yıpranmak demek. Yıpranmakla imtihanın ne ilgisi var da böyle tercüme ediyorlar? Mesela bir ceketin dirsek kısmı masa gibi sert yüzeylere temas ede ede yıpranır. Yıpranan kumaşa bakınca arkasını gösterdiğini görebilirsin. İmtihanlar da bizi yıpratacak ki içimiz görünsün, gerçek kişiliğimiz ortaya çıksın. Bu yüzden yıpratıcı imtihanlardan geçiyoruz.
İnandım diyen herkes imtihan olacak... Bunu anladık. Peki nelerden imtihan olacağız ve imtihan sonucunda ne olacak? Onu alttaki ayetlerden görebiliriz.
Bakara
Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım
155. Sizi mutlaka korku ve açlık türünden bir şeyle; can, mal ve ürünlerden eksiltmeyle yıpratıcı bir imtihana sokacağız. Sen sabredenlere /duruşunu bozmayanlara müjde ver.
156. Onlar, başlarına bir musibet gelince şöyle derler: “Biz Allah’ın kuluyuz. Biz sonunda onun huzuruna çıkacağız”.
157. Rablerinin /Sahiplerinin sürekli desteği ve iyiliği onlaradır. Doğru yolda olanlar işte onlardır.
Yüz elli beşinci ayette görüldüğü üzere imtihan olacağımız konular mal, can ve ürünlerde azaltma, açlık ve korku. Eğer durduk yere bazı şeylerden korkmaya başladıysan mesela yalnız kalamama gibi, hiç korkma bu bir imtihandır. Bir zamanlar halin vaktin yerindeyken gün gelir bazı geceler aç yatarsan, merdivenleri dört saniyede inip çıkarken baston kullanmaya başlarsan, eskiden tarlandan çok verimli ürünler alırken artık aynı tarla az ürün veriyorsa bil ki bunlar birer imtihandır. Allah peygamberimize “Sen sabırlı davrananlara müjde ver” diyor. Yüz elli altıncı ayette de sabırlıların kim olduğunu görüyoruz; onlar imtihan olurken “Biz, Allah’a aitiz, biz O’nun huzuruna çıkacağız” derlermiş. Yani Allah’ın mallardan, canlardan, ürünlerden eksilttiğine kendi malı, canı, ürünü gibi bakmaz. “Bunları zaten Allah verdi” deyip kendisinin de Allah’ın huzuruna döneceğini bilir, söyler.
Yüz elli yedinci ayette “destek” diye tercüme edilen kelime salavat. Bu kelimenin bir kaç anlamı var. Arapça, kelimelerin bir kaç anlama gelmesiyle ünlü bir dil. Allah bir kelime kullanarak birçok şey söylemiş oluyor. Salavat kelimesinin anlamı bize imtihan olanların nasıl değiştiğini gösteriyor. Süleymaniye Vakfı’nın mealinde 157. ayet için şöyle bir açıklama var.
Ayette geçen "salavat" kelimesinin birçok anlamı olup, cümlelerde geldiği kelime bütünlüğüne ve ayet bağlantılarına göre farklılık göstermektedir. Aslında "sala" kelimesi pişme manasına gelmektedir. Pişme; bir olaylar karşısında bir de ateş karşısında pişme olarak iki şekilde olmaktadır. Ateş karşısında pişmek bir cezadır ve bu anlamda cehennem ile ilgili kullanılmaktadır. Olaylar karşısında pişmek ise kişinin zamanla karşılaştıklarıyla yetişip olgunlaşmasıdır. Namaz da insanı olgunlaştırıp pişirdiği için salattır. Sıkıntılı imtihanlardan başarı ile geçenlerin üzerinde Cenab-ı Hakkın salatı/olgunlaşması vardır. Bakara 157.ayette müminler tarif edilmekte ve sabır göstermelerinden dolayı, olaylar karşısında yetişip olgunlaştıkları ifade edilmektedir.
Açıklamada görüldüğü üzere imtihandan geçen insanlar olgunlaşıyormuş. Daha önce yazdığım Allah’ın insanları imtihanlarla olgunlaştırmasının açıklaması bu. Ben de geçtiğim imtihanlardan olgunlaşmış olmalıyım ki İslam üzerine dört adet site yaptım. 17 Ağustos 2006 - Kaza sayfasında “bu kaza başıma gelen en güzel şey” yazmıştım. Belki bu sayfala ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksın. Beni meyhaneden alıp terbiye eden Allah’a şükürler olsun.
Yüz elli yedinci ayette salat kelimesinin bir de destek olma anlamı var. Süleymaniye vakfı’nın mealinde yüz elli yedinci ayet için ikinci bir açıklama şöyle;
Âyetin metninde geçen salavât = صَلَوَاتٌ , salât = صلاة kelimesinin çoğuludur. Kök anlamı, bir şeyi bırakmamak ve sürekli arkasında olmaktır. (Lisan'ul-Arab) Allah Teala, yapılan iyi davranışları, daha iyisiyle ödüllendirir. Bir âyet şöyledir: "Erkek olsun, kadın olsun, kim inanıp güvenerek iyi iş yaparsa ona güzel bir hayat yaşatırız. Ödüllerini de yaptıklarının en güzeline göre veririz." (Nahl 16/97) Allah'ın yaptığı imtihanları, büyük bir sabırla kazanmaya odaklanan kişi, onun sürekli desteğini ve yardımını hak etmiş olur.
Salat kelimesinin ikinci anlamına göre imtihan olurken sabredersek, Allah’ın sürekli desteği bizimle olacak demektir. Peki imtihanlar biter mi? Hayır. Son nefes gelmeden imtihanlar bitmez ve her gelen imtihan bir öncekinden daha zor olur. Allahualem bu imtihanlar artık bir yerde kişinin Allah katındaki derecesini yükseltmeye başlıyor olmalı.
Aradığımız cevap, anlamaya çalıştığımız şey üstteki ayetlerde. Allah imtihan ettiği kullarına ikramda bulunur, onlar değişirmiş. İkramlardan Zül Celali Vel İkram açıklamasında bahsedeceğim. Zaten o açıklamayla taşlar yerine oturacak. Acele etme, açıklamaları takip et. Ayetleri yazdım ama yine de bununla ilgili bir açıklama göstereceğim. Benim için tefsir konusunda Abdülaziz hoca birinci sıradadır. Aslında Abdülaziz hocadan bir kaç video gösterecektim ama sayfada çok video olur, sıkılırsın. O yüzden Abdülaziz hocadan sadece bu açıklamayı daha çok Mustafa İslamoğlu'nun Esmaül Hüsna derslerinden açıklamalar göstereceğim. Mustafa hocanın Esmaül Hüsna üzerinden anlattıkları dikkatini daha çok çekeceğini düşünüyorum. Bu videoda dikkat edeceğin kısım koyu yazdığı cümle; Allah imtihan ettiği kullarına ikramda bulunur, onlar değişirmiş. Benim de yaşadığım bu olmalı.
Bu ayeti yazmam tekrar olacak ama bir de benim yaşadıklarım açısından bakalım.
Bakara
Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım
155 - Sizi mutlaka korku ve açlık türünden bir şeyle; can, mal ve ürünlerden eksiltmeyle yıpratıcı bir imtihana sokacağız. Sen sabredenlere /duruşunu bozmayanlara müjde ver.
Kazayı düşün, omurilik felçlisiyim şu an. Böbreklerim düzelmeden önceki halimi de düşün, sürekli tansiyonum düşüktü, sürekli enfeksiyonlar olurdu, oturamazdım. Bu durum ayetteki candan eksiltmek kısmı. Korktuğum zamanları da hatırlıyor olmalısın. Yalnız kalamazdım, korkardım çünkü tansiyonum çok düşüktü, biraz daha düşerse yalnız ne yapabilirim diye korkardım. Asansöre tek başıma binemezdim, iki kişiyle de binsem asansörden korkardım. Düdüklü tencereyi hatırlıyor musun? Gerçi ondan hala rahatsız oluyorum :)) Ayetteki biraz korku bu olay. Bu korku öyle acayip bir şey ki sade seni etkilemiyor. Bütün çevremi etkilerdi. Evde yalnız duramıyorum ama annem babam dışarı çıkacak, ille yanımda birisi durması lazım. Kimse beni bırakıp hep beraber bir yere gidemiyor. Ancak tek tek gidiyorlar. Semih'in şirketine gitmiştim birkaç sefer. O da biliyordu yalnız kalamadığımı ama ara sıra yalnız kalmam gerekiyor. Bir yere çıkıyor ya da namaz kılıyor. Kimse yok ne yapacağız? Karşı komşusu sucuydu. Kafa dengi insanlardı. Ya oradan birini ya sokaktan birini bulur yanıma dikerdi, kendi giderdi. O da hemen gelecek. Yani korku zor iş. Ve yemek yiyememem. Herkes kahvaltı yapardı ben dururdum, yiyemezdim. Ancak akşam o da yattığım yerde yemek yiyebilirdim. Çoğu insan günde üç öğün yemek yer o dönem ben ancak bir öğün yiyordum. Bu da ayetteki açlık. Bazı şeyler oturuyor mu yerine? Acele etme Zül Celali Vel İkram isminin açıklamasını bekle.
Lütfiye ablanın babasının hastalandığı zamanı hatırlıyor musun? Yemek borusunda mideye yakın bir kitle çıkmıştı. Çok uzun süre doktorlar müdahale etmek istemedi. Çıkan kitlenin yeri çok zor bir yerdi. Bunun gibi doktor doktor gezip teşhis konamayan binlerce vaka var. Allah'sız dinsiz yaşayan insanlar veya fark etmez Müslümalar ne diyor; "o kadar profesöre gittik, adam kırk sene okumuş bir teşhis koyamadı." Niçin böyle oluyor dersin? Allah imtihan etmek için öyle bir hastalık verir ki kırk sene okumuş profesör olmuş adam bile teşhis koyamaz. Allah yıpratıcı imtihanlardan geçirmek için böyle hastalıklar verir. Kimse teşhis koyamaz, ameliyat etmeye cesaret edemez. Nasıl bir süreçse artık, başına ne gelirse hepsini yaşarsın ve sabırlı olup olmadığın belli olur. Kaç ameliyat geçirdim, yıllarca hasta kaldım, kaç olay gördüm duydum ancak kırk iki yaşımda anladım bunu. Teşhis konamayan hastalıklar duyduğun zaman bunlar gelsin aklına.
Sıra insanların imtihanlarla nasıl olgunlaştığına dair Mustafa İslamoğlu'nun üç ciltlik Esma-i Hüsna kitabından ve derslerinden Allah’ın Zül Celali Vel İkram ve Rab isimlerinin açıklamalarında. Nasıl ki Abdülaziz hocayı çok seviyorsam Mustafa hocayı da çok seviyorum. Hayatın anlamını bu iki hocadan öğrendim. Bu açıklamaları Bakara suresinin 155-157. ayetleriyle beraber düşündüğünde bu dünyada tesadüften çok öte bilinçli, planlı bir yaratıcının olduğunun görmemen için kör olmak lazım.
Zül Celali Vel İkram isimi Rahman Suresinde geçiyor; Yer üzerinde bulunan her canlı yok olacaktır. Ancak azamet (büyüklük) ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacaktır. (Rahman 26, 27) Celal isminde azamet ve kahır var. Aradığımız cevap Allah’ın kahrının, hiddetinin nasıl ikrama dönüştüğünde. Mustafa hoca Allah’ın celal ve ikramı nasıl tecelli ediyor çok güzel açıklamış. İleride eklediğim videolar silinirse diye kitaptan da açıklamalar ekledim.
Zül celali vel ikram, celal ve ikram, azamet ve cömertlik, haşmet ve nimet sahibi anlamına gelir. Ululuk ve yücelik sahibi olduğu halde kuluna sadece cömert davranmakla yetinmeyip, kuluna cömertlik gibi bir erdemi bahşeden, kuluna ikram etmek ile yetinmeyip onu başkalarına ikram edebilecek bir keremle donatan demektir.
El İkram Kerim olanın eylemidir. Cömertlik mânâsına gelen kerem hem özünde hem de bir şeyden dolayı, hem de ahlaki bir haslete sahip olduğu için şeref, kalite ve üstünlük sahibi olmaktır. Bunun dilimizdeki karşılığı “fazilet “ ya da “erdem”dir. İkram, muhatabı kerem sahibi kılmaktır. Yani, ona cömert davranmanın yanında onu başkalarına karşı cömert davranır hale getirmektir. El İkram’ı ancak El Kerim yapar. El İkram, Allah'ın ikramıdır. Allah'ın ikramına nail olan sadece ikramın nesnesi olmaz, aynı zamanda ikramın öznesi olur ve o da başkalarına ikram eder.
Allah'ın tüm tecellileri iki başlık altında ele alınır: Celal tecellileri Cemal tecellileri. Celal tecellilerine Cemal tecellilerinden bağımsız bakıldığında “şer” görünür. Eğer bir insan Allah'ın esmasının herhangi bir tecellisini şer görüyorsa, bu onun bölünmüş zihninden ve nakıs bakışından kaynaklanır. Aynı tecellinin yanına Cemal tecellisini de getirince daha önce şer görünendeki hayır ortaya çıkar. Zülcelali Vel İkram isminin hikmeti işte burada yatmaktadır. Bir şey, Allah'ın sırf Celal’inden bakınca cefa suretinde görünür. Fakat Celal’inin yanına İkram’ını koyunca, o şey sefa görünecektir. İşte Celal tecellisinin Cemal tecellisiyle dengelendi nokta burasıdır. Bu hakikati “Evet, her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır; evet, evet her zorlukla birlikte bir kolaylık mutlaka vardır” (94:5-6) ayetlerinde buluruz.(Mustafa islamoğlu, 2017, Esma-i Hüsna 2. cilt, 1040-1042. sayfalardan alıntı.)
Alttaki video Zülcelali vel ikram dersinden. Üstteki açıklamayla bu videoyu beraber değerlendirmen gerekiyor. Hocanın verdiği örnekleri dinle bakayım sen ne düşüneceksin. Zül Celali Vel İkram ismi benim gibi insanları anlatıyor mu? Verdiği son örnek kim :))
Video açılmıyorsa hemen altındaki linke tıkla.
Zül celali vel ikram ismi açıklaması
Zül celali vel ikram ismi açıklaması
Mustafa hocanın verdiği son örnek benim. Ben orta ve lise okul hayatım boyunca evden kaçtım. Daha önce yazdım bunları. Allah bir sakatlık verdi kendime geldim, hiç tanımadığım Allah'ı, annemi tanıdım.
Bu ismi Bakara 155-157. ayetlerle beraber düşün. Allah herkesi imtihanlardan geçireceğini söylüyor. Bu süreçte Celal ismi de üzerimizde tecelli ediyor yani kendisini gösteriyor. Celal isminde ağır azamet var, dinledin. Bilgisayar terimiyle yazayım, ben imtihan olurken Allah bana hard format attı. Bu, Celal isminin tecellisi. İkram ne o zaman? Rab ismini de göstereyim de öyle değerlendireyim bunu.
Dinlediğin bu videoyu anneme dinlettim. Annem kazadan beri hayıflanma içinde. Annemle ara sıra bunları konuşuyoruz. Diyorum ki "bu kaza olmasaydı ben senin yanına kırk yaşımda, Babam ve Oğlum filmindeki Sadık gibi akciğer kanseri olduğumda mecburen dönerdim, ondan önce beni göremezdin ve bu sana daha büyük üzüntü olurdu. Ne benim seni tanımaya ne Allah'ı tanımaya zamanım ne de sen beni tanıyabilirdin", annemse "olsun keşke uzaklarda olsaydın, ben seni hiç görmeseydim ama böyle olmasaydın" diyor. Kazayla yaşam hakkımın elimden alındığını düşünüyor. Gençliğinde kurduğu bütün hayalleri kaza ile bitti. Biga’da komşuların oğlu kızı çocukları geldiğinde annemin içi kanıyor. Annem de böyle bir hayat istiyordu. Emekli olduğumuzda oğlum, kızım torunlarım gelsin... Bu annemde hiç bir zaman bitmeyecek bir yaradır. Ancak ahirette biter.
Ben “bu kaza başıma gelen en güzel şey” diyorum ama neden böyle söylediğimi anlayamıyor. Anlamasını da beklemiyorum. O da bana “bir annenin evladının senin gibi olmasından dolayı hissettiklerini anlayamazsın” diyor. Böyle zamanlarda bazen cennetten bir manzara anlatıyorum. Burada olmayan her şey cennette olur diyorum. Hizmetçilerine “oğluma kızıma haber verin bu gün yemeğe bana gelsinler. Yemeği bahçeye hazırlayım...” dersin, "biz de çoluk çocuk gelir o gün o geceyi birlikte geçiririz. Hatta gelirken kedilerimi de getiririm, seninkilerle bahçenin altını üstüne getirirler” diyorum. Biraz tebessüm etsin, aklı dağılsın diye böyle konuşuyorum. Annemin psikolojisini ancak aynı şeyi yaşayanlar anlar. Ben bir yere kadar anlıyorum çünkü aynı ortamdayız, aynı süreçten geçiyoruz.
Annem, 2017’de, Biga’da, seninle yürürken arkamızdan fotoğrafımızı çekmiş. Uzun bir yolun ilerisinde seninle ben görünüyoruz. Sosyal medyada bu fotoğrafı paylaşıp, şöyle yazmıştı.
“Hani derler ya zaman her şeyin ilacı! Bence değil. O kadar uzun bir zaman geçti ki değişen bir şey olmadı. Aynı üzüntü dert, aynı çaresizlik hep masa üzerinde, hareketsiz duruyor. Zamanla yanyana. Durduramazsın onu, tik tak tik tak akıp gider, sen ardından bakarsın. Dolu dolu gözlerle. İsyan edersin içinden. Başını taşlara vursan nafile. Sadece arkalarından bakarsın, gözlerdeki doluluk azalırken. Nerede olduğun önemli değil, ne var ne yok, görmezsin. Öylece bakarsın. Değiştiremeyeceğin, gücünün yetmeyeceğini bildiğin için çırpınırsın. Ama bakarsın ne yapsam diye. Zaman da akıp gider. Aynı noktadan bakarsın, yol daralır ve biter. Sanırsın ki dertler de biter. Bitmediğini bile bile öylece bakarsın. Semaya bakarsın, içinden isyan geçer, ellerini uzatırsın, ‘yeter yeteeeerr bu kadar umutsuzluk’ diyeceksin ama susarsın. Suçluyu ararsın. Bilirsin, bir şey yapamazsın. O zaman tutunacak dal ararsın. Sen de yürümeye başlarsın, içindeki çaresizliği, tükenişi ardında bırakarak.”
Annemin yaşadıkları kolay şeyler değil. Duyguları hiç bir zaman sakinleşmedi. Sakinleşmeyecek de. Bu duygu yoğunluğu içinde yaşıyor. İsyan da etmiyor. Yaşıtlarımı görüyor yürüyor, geziyorlar, tozuyorlar vb şeyler onların yaşadığını zannediyor, o yüzden böyle konuşuyor, "keşke seni de hiç görmeseydik sen de yaşasaydın" diyor. Öyle değil işte, o hayat yaşamak değil, asıl yaşam Allah’ın farkında olup ona göre yaşamaktır. Buna göre yaşarsan bir süre sonra Allah sana da asıl hayatın Ahiret'te olduğunun idrakini verecektir. Bu idraki yaşamadan bu yazdıklarımı gerçek anlamda anlıyor musun bilemiyorum, inşallah bir şeyler ifade eder.
Günlüğümün başında bir kaç kere Allah’ın insanları terbiye ettiğini yazdım. “Allah Rab olduğu için bizi terbiye eder” dedim. Bununla ilgili yine Mustafa İslamoğlu’nun Esma-i Hüsna kitabından Rab isminin açıklamasına bakacağız. TDV İslam ansiklopedisi Rab kelimesinin anlamını şöyle yazar.
Sözlükte “bir şeyi yetkinlik noktasına varıncaya kadar kademe kademe inşa edip geliştirmek” mânasındaki rab (rabb) kelimesi mübalağa ifade etmek üzere daha çok sıfat gibi kullanılır ve kelimeye hepsi de Allah Teâlâ hakkında olmak üzere “mâlik, seyyid, idare eden, terbiye eden, gözetip koruyan, nimet veren, ıslah edip geliştiren, mâbud” gibi anlamlar verilir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “rbb” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “rbb” md.) (TDV İslam Ansiklopedisi, Rab maddesi.)
Rabb mastarı “terbiye etmek” yani “ıslah etmek, yetiştirmek, bakmak, göz kulak olmak“ mânâsına gelir. Terbiyenin tarifi ise şudur; bir şeyi basit halinden kemal noktasına doğru aşama aşama inşa edip geliştirmek.
Rab ismi Allah’ın hem eşsiz terbiyesini, hem mahlukatı terbiyeye cevap verecek şekilde yaratmasını, hem de onlar üzerinde yönetici ve otorite olmasını ifade eder. Rabb kelimesinde biri kelimenin kendisinden, diğeri kullanımından kaynaklanan iki mübalağa unsuru vardır. Kelimenin kendisinden kaynaklanan mübalağa unsuru ba harfinin tekerrürdür. Kelimenin kullanımından kaynaklanan mübalağa unsuru aslı mastar olduğu halde ismi fail yerine kullanılmasıdır. Arapçada mastarın özne yerine kullanılması, failin o fiildeki kemaline delalet eder. Rab isminin içerdiği mananın "en"leri taşıması bu yüzdendir.
Allah'ın Rab oluşunun sırrı, Allah isminin öz manasında saklıdır. O sırrı “sevgidir” (Hud 90) Anne-baba evladının terbiye ve bakımını görev sorumluluğu ile üstlenir. Bakıcı bebeğin terbiyesini ücret karşılığı üstlenir. Öğretmen talebenin terbiyesini memur olduğu için üstlenir. Fakat Allah kulunun terbiyesini onu sevdiği için üstlenir. İmanına ve inkarına, evliyalığına ve eşkıyalığına itaatine ve isyanına, iyiliğine ve kötülüğüne, sadakatine ve ihanetine bakmaz. Bu yüzden Rabbin rububiyet hakkını inkar, Onun sevgisini ihanet demektir.
Terbiye kendi içinde ikiye ayrılır; doğrudan terbiye, dolaylı terbiye. Doğrudan terbiye bir araç ve vasıta kullanmadan terbiyedir. Dolaylı terbiye ise bunun tersidir. Allah'ın terbiyesi her ikisini de kapsar. Dolaylı terbiye de kendi içinde ikiye ayrılır; iyi terbiye, kötü terbiye. Allah'ın terbiyesi her zaman ve her durumda iyi terbiyedir.
İyi terbiye hiç bitmeyen ve süren terbiyedir. Zira insan mükemmel olmaz. Olsa olsa kâmil olur. Kemal devam eden bir süreci mükemmel ise tamamlanmış bir süreci ifade eder. İnsan terbiyesinde tamamlanmış bir süreçten söz edilemez. Dolayısı ile terbiye ölünceye kadar devam eder. Zira Rab isminin tecellisi sınırlı ve sonunu değil, sınırsız ve sonsuzdur. İlahi rububiyet mahlukat ailesine dahil bir şeyin bir noktada dondurulmasına izin vermez. Rububiyetin tecellilerinin bir süreç olduğu ve dondurulamayacağı hakikati sadece insan terbiyesinde değil mi taşın toprağın terbiyesinde de geçerlidir
Rab ismi ile yan yana anılan iki isim vardır. Rahim ve Gafur isimleri. Rahim ismi Yasin suresinin 58. ayetinde arasında hiçbir harf ve kelime olmaksızın yalınkat kullanılır; Rahim olan Rabbimden gelen sözlü bir kurtuluş berat bu vahiy. Ayette geçen Rahim ismi Rab ismi ile birlikte bir sıfat tamlaması oluşturur. Yani “O nasıl bir Rab” sualine verilmiş zımni bir cevaptır. Bununla söylenen şudur; O yarattıklarını terbiye eden bir Rabdir. Yarattıklarını isterse rahmetiyle isterse gazabıyla terbiye eder. İsterse lütfuyla isterse kahrıyla terbiye eder. İsterse cemaliyle isterse celaliyle terbiye eder. Fakat o yarattıklarını, terbiyesini red etmedikleri ve O’nun rububiyetine ihanet etmedikleri sürece rahmetiyle terbiye eder.
Rab ismi ile yan yana kullanılan ikinci isim Gafur ismidir. Rabbinizin size bahşettiği rızıktan nasiplenin ama O’na olan şükrümüzü de eda edin! (İşte) size tarifsiz güzellikte bir yurt ve tarifsiz bağışlayıcı bir Rab. (Sebe 15) Burada da yine “O nasıl bir Rabdir” sualinin cevabını buluyoruz: ”O Gafur bir Rabdir” yani tarifsiz bağışlayıcılığı olan yine tarifsiz bir terbiye edicidir.
Zira terbiyeye muhtaç olan kusurludur. Zaten kusurlu olmasa terbiyeye muhtaç olmazdı. Terbiyeye muhtaçtı ki terbiye ediliyordu. Terbiye ederken elbet terbiyecisine karşıda kusur işleyecektir. Verilen ilahi emeği üzerinde göstermemek bile başlı başına bir kusur sayılmalıdır. Hele terbiye nesnesi insan gibi irade ve akıl sahibi bir varlıksa, kusurlu olmak tabiatı icabıdır. O zaman terbiyecisinin bağışlayıcı olması, Rab olmasının şanındandır. İşte bu nedenle ‘rabbun ğafurun’dur.
İnsan, başı sıkışınca dönüp Rabbine yalvarır. Sonra Allah, iyilik yaparak ona bir fırsat verse daha önce yalvardığını unutur da (Allah’a) benzer nitelikte varlıklar oluşturur ki insanları Allah’ın yolundan saptırsın. De ki “Bir süre kafirliğinin tadını çıkar. Çünkü sen, o ateşin ahalisindensin.” (39:Zümer 8)
Başınıza ne zaman iş gelse, hemen O’ndan imdat dilerseniz. O daha sonra üzerinizden darlığı çekip alacak olsa, o zaman da içinizden bir grup hemen Rablerine şirk koşmaya başlar. (Nahl Suresi 53 54)
İki ayette de esma-i hüsnadan Rab isminin kullanılması, başa gelen işin Allah'ın terbiyesinin bir parçası olduğuna işaret eder. Şu nokta dikkat çekicidir; insan başına bir musibet gelince Allah'a yönelmekte, o musibet kalkıp genişliğe kavuşunca Allah'a sırtını dönmektedir. Soru şudur: gerçekte musibet hangisidir? Kişinin “zarar” olarak gördüğü o musibet mi, yoksa musibetsizlik mi? Birincisi insanı Allah'a yaklaştırıyor. İkincisi ise İnsanı Allah'tan uzaklaştırıyor. Bu sualin cevabı bellidir: kişiyi Allah'a yaklaştıran dert kişiyi Allah'tan uzaklaştıran dermandan iyidir. (Mustafa İslamoğlu, 2107, Kur'an'a Göre Esmâ-i Hüsnâ, 1. Cilt, 206, 207, 208 , 215, 216, 252, 253 sayfalardan alıntı, Düşün Yayınları)
Mustafa hoca videoda "Mekke medresesi öğretmen yetiştiriyor" diyor. Bunu neden söylediğini iyi anlaman gerekiyor. O dönem Mekke'de medrese yok. Nasıl öğretmen yetişiyor o zaman? Müşriklerin eziyeti alında Allah'ın terbiyesine dönüşüyor.Allah Mekkeli müşrikleri yaptığı işkenceler üzerinden Müslümanları eğitmiş oluyor. Buna Rabbani terbiye deniyor. Bu terbiyeden geçene Allah ikramda bulunuyor. Bu da Zül celali vel ikram isminin tecellisi. O dönem Mekkeli müslümanlar ağır işkence gördü ama karşılığında Allah onları yeryüzüne İslam'ı anlatacak öğretmen haline getirdi. Benim de durumum farklı olmasa gerek. Geçtiğim imtihanlar sonrası ben de öğretmene dönüştüm. İslam'ı anlatan kaç tane web sitesi yaptım. Bunun detayına birazdan geleceğim. Üstteki açıklama ile bu açıklamayı beraber değerlendir. Açılmıyorsa hemen altındaki linke tıkla.
Bunları çok tekrar ettim farkındayım ama bir daha yazacağım. Ben 17 Ağustos 1998’de bir trafik kazası sonucu omurilik felçlisi oldum. Bu, Allah’ın Celal isminin tecellisidir. Rabb olan Allah bu tarihten 2011’e kadar yaşadığımız sıkıntılar, ağır hastalıklar, ameliyatlarla, imtihanlardan geçirerek beni terbiye etti, olgunlaştırdı. Sonunda da ikramda bulundu. Böbreklerimi kurtardıktan sonra kendime geldiğimde aşırı derecede Kur’an’ı okuma isteği duymaya başlamam, ayetlerin aklıma yazılması, cehennem ayetlerini okurken duyduğum ve bu dünyaya ait olmadığını düşündüğüm o his, “15 Şubat 2012 - Bir Derdim Var Artık” sayfasında yazdığım yakın çevremdeki cehenneme giden insanları görmüş olmam, “6 Temmuz 2012 - İkinci Darbe” sayfasında yazmış olduğum, kestirdiğim ağacın kökünden “ahirette benden şikayetçi olma” diye özür dileyecek kadar ve yine aynı sayfada yazdığım tıbbi görüntüleme merkezi önünde arabada beklerken “arzında Senin farkında olmayan insanlar dolaşıyor” diyecek kadar gözümdeki perdenin kalkmış olması ve rüyalar ikram olmuş olmalı. Yalnız rüyalarla ilgili burada açıklama yapmayacağım. Bunun açıklamasını günlüğümün kitabında görebileceksin. Eğer kitap basılırsa Semih bu paragrafı düzenlesin, altına bir paragraf yazsın, kitabın basıldığını, adını, benim adımı, varsa yayınevi web sitesinde kitabın sayfasını yazsın.
Bu günlüğü kendime dikkat çekmek için değil, Allah’a dikkat çekmek için yazdığımı çok tekrarladım. Benim gibi dünya üzerinde bu tür hidayetleri yaşayan, iç yüzünün ne olduğunu anlayan, anlamayan çok insan geldi geçti ve gelip geçmeye devam edecek. Burada önemli olan kişiler değil, düzenin sahibini görebilmek. Sen de Allah'a yönelirsen, Allah senin de kalbini İslam’a açacak, sen de değişeceksin. O zaman en yakın arkadaşların, akrabaların, hatta evliysen eşin, günlüğümü okuyup etkilendiğini, bu yüzden değiştiğini düşünecekler. Anlatamayacaksın neden değiştiğini. Sonra Allah Rabb ismiyle terbiye edecek seni. İmtihanlardan geçeceksin. Zül Celali vel İkram isminin Celal ve İkram tecellilerini yaşayacaksın. İmtihan ederken aldıklarının yerine ikramını görünce benim gibi “bu kaza başıma gelen en güzel şey” diyeceksin.
Beni başından bir şeyler geçmiş, görmüş geçirmiş biri kabul edersen, sen de imtihanlardan geçerken böyle birinin tecrübelerine ihtiyacın olabilir. Yazdıklarım belki bu ihtiyacını karşılayabilir. Daha önce yazdım ben felç olduğumda önümde örnek alabileceğim kimse yoktu. İnsan böyle bir durumda ne yapar? Nasıl yaşamını devam ettirir? Başına gelen kazanın faturasını Allah'a kesmek en kolay yol ama bu Allah'a iftira olmamaz mı? Arabayı kullanan arkadaşın sarhoş olması, dikkatsiz olması, yolu görememesi veya karşı tarafın hatası sonucu olan bir kaza vs vs Allah'a fatura edilebilir mi? Tam tersine seni hayata bağlayacak olan Allah ve Kur'an’dır çünkü Kur'an'ı okuduğunda bu tür olayların bu hayatın bir parçası olduğunu görürsün. Sürekli başımıza bir şeyler geliyor. Kur'an başına bir şeyler gelenlerin rehberidir. Benim yıllar boyu edindiğim tecrübe budur. Beni bu konuda görmüş geçirmiş biri kabul edersen yazdıklarımı ciddiye al.
Allah bu kazanın olmasına karar vermişti, bunu biliyorum. Merak ettiğim bu kararı ne zaman verdi. Ben doğmadan önce olmadığını tahmin ediyorum. Ortaokulda mı lisede mi yoksa o yaz mı onu bilmiyorum. Bu olacaktı bundan kaçış yoktu. Biga'da ve Selçuk'un arabasında olmasının da kararının verilmiş olduğunu düşünüyorum. Selçuk'un arabasının seçilmiş olmasında Selçuk'a bir zarar olmaması lazım. Sonuçta o bu olayın yükünü taşıyor. Yukarıda Mustafa hoca "Allah'ın Celal ve İkramı" videosunda şöyle bir şey söyledi; "Allah'ın hiçbir tasarrufunda kulunu acı vermek için tasarrufta bulunduğunu düşünme" O zaman Selçuk dahil o arabadakilere hatta aileler dahil, Allah kimseye kötülük yapmamıştır. Şu an yaptığım şey sadece tahminde bulunmak; bu kaza ile Selçuk'un da bir şekilde değişmiş olması lazım. Belki mesleğinde daha başarılı olmuş olabilir. Allah bu kazaya karar verdiyse, ben nasıl değiştiysem, Selçuk'un da, arabadaki herkesin de hayatı bir şekilde olumlu anlamda değişmiş olmalı. Onlar bunun farkında olmayabilir, hayatlarını bilemediğim için bu kadar yazabilirim.
İster başına bir şeyler gelsin isterse gelmeden bu hayatın anlamını ara, Kur’an’da bulacağın cevaplar en anlamlı cevaplar olacaktır çünkü nasıl ki doktorla hasta arasında bir bağ varsa, Kur’an da insanla yaratıcı arasında bağ kurar.
Başlıktaki söz Queen'in The Show Must Go On şarkısından. "Ne için yaşadığımızı bilen var mı" diye soruyor. Sanırım ne için yaşadığımızı öğrendin ama hayat imtihan olmayı beklemek değildir. Alttaki ayet üstte gösterdiğime benzer, hayatın anlamına dair.
Mülk
Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım
2. Ölümü ve hayatı yaratan odur. Bunlar; hanginiz daha güzel iş yapacak diye sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmek içindir. O güçlüdür, bağışlayıcıdır.
Allah ölümü ve hayatı, hangimiz daha güzel iş yapacak görmek için yaratmış. Bunun için yaşıyoruz işte. İster bir müzik grubunda müzisyen ol, isterse en ağır şartlar altında yaşayan biri, herkes aynı soruyu soruyor. "neden yaşıyoruz?" Cevabı ayetlerde görüyorsun.
Mustafa hocanın Esma-i Hüsna kitabından yaptığım Zül Celali vel İkram isminin alıntısında koyu belirttiğim yeri tekrar yazayım; kuluna ikram etmek ile yetinmeyip onu başkalarına ikram edebilecek bir keremle donatan demektir. Benim veya bir başkasının ağır imtihanlar sonucu hidayete ermesi ve bu hidayeti başkalarının da yaşaması, görmesi için çalışmasının açıklaması koyu belirttiğim cümle olmalı. Bununla braber önceki sayfalarda yazmadığım bir duam var. Bu on sene boyunca "keşke yapabilseydim" dediğim, İslam için bir şeyler yapmak istediğimi dile getirirdim. Dualarımda "keşke dinine yardım edebilsem" derdim. Ciddi ciddi bunun üzüntüsünü duyardım. Bu öyle bir iki defa içimden geçen bir istek değildi. Uzun süre içimden "keşke dinine yardım edebilsem" diye geçirdim. Kendimi bir şey zannetmediğimi biliyorsun. Nasıl değiştiğimi anlamaya ve yazmaya çalışıyorum. Daha önce de yazılar yazıyordum ama hiç biri İslam'la ilgili değildi. Bunun nasıl olduğunu düşündüğümde "keşke dinine yardım edebilsem" diye yaptığım dualarıma, Rab olan Allah'ın uzun süren hastalıklarla beni olgunlaştırdığını ve sonunda hikmet ikram ederek cevap verdiğini düşünüyorum. Kısa bir açıklama ile ayeti göstereyim. Alttaki ayette şae fiili var. Bu fiilin geçtiği bütün ayetlere "Allah dilediğine ..." diye anlam veriyorlar ama bu yanlış. "Ateistlerin Görmek İstemedikleri" bölümünde bununla ilgili açıklama var. Doğrusu alttaki mana.
Bakara
Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım
269 - Allah, hikmeti gerekeni yapana verir.[1*] Kime hikmet verilirse, ona çok hayırlı bir şey verilmiş olur. Bu bilgiye (hikmete) sağlam duruşlu[2*] olanlardan başkası ulaşamaz.
[1*] Hikmet, Allah’ın indirdiği ve yarattığı ayetlerden doğru bilgiye ulaşma yöntemi ve ulaşılan doğru bilgidir. Allah’ın indirdiği ayetlerdeki doğru bilgiye ulaşma yöntemi, o ayetlerin içindedir. Yaratılan ayetlerde yani tabiatta olan doğru bilgiye ulaşma yöntemi de onların üzerinde yapılacak dikkatli ve sabırlı bir çalışma ile ortaya çıkar. Her iki yöntemle doğru bilgiye ulaşmanın tek şartı, gereken gayreti göstermektir.
[2*] “Sağlam duruşlu” anlamı verdiğimiz “ulü’l-elbâb”, “Sözü dinleyip en güzeline uyanlardır.” (Zümer 39/18).
Bu ayeti gördüğümde ve "keşke İslam için bir şeyler yapabilseydim" diye yaptığım duaları da düşününce, Allah'ın bana da hikmet ikramında bulunmuş olabileceğini düşünmeye başladım. Yıllarca süren hastalıklarım bitince, kendime geldiğimde sanki Allah şöyle demiş gibi "işte sana birazcık hikmet, göster bakalım ne yapacaksın." Böyle düşünüyorum çünkü 2020 yılı itibariyle bu günlükle beraber İslam hakkında alttaki web sitelerini yapmış oldum.
Hayatın Sırrı - www.hayatinsirri.net
Meallerdeki Hatalar - www.meallerdekihatalar.com
Allah Bizden Neler İstiyor? - www.allahbizdenneleristiyor.com
Kur'an'daki İslam - www.kurandakiislam.net
Kıyamet Sahneleri - www.kiyametsahneleri.com
Bana diyorlar ki "Kur'an'ı Muhammed uydurmuş, din yalan Allah yoktur, bütün dinler Sümerlerden esinlenerek oluşturulmuştur." Allah ise bana bu dünyadaki sistemi anlayacak bir idrak ve bilinç verdi. Bütün bu yazdıklarımı ölümümden sonra yayımlanmasını istemem de bu yüzden. Kimse kendimi bir şey zannettiğimi düşünmesin. Ben artık yokum. Bana hikmet verilmiş olabilir ama buna çok takılma. Kendine bak. Bu ayeti unutma;
Şura
Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım
47. Allah tarafından gelecek ve geri çevrilmesi mümkün olmayacak olan gün gelmeden önce Rabbinizin çağrısını kabul edip O'na dönün. Yoksa o gün ne sığınacak bir delik bulabilirsiniz, ne de yaptıklarınızı inkâra bir çare!
Peygamberimizin akrabalarına ve kızına söylediğini de aklına yaz.
Ebû Hüreyre şöyle dedi “Yakın akrabalarını uyar!” [Şu`arâ sûresi (26), 214] âyeti nâzil olunca, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Kureyş kabilesini toplantıya çağırdı. Onlar da geldiler. Rasûlullah kimine genel, kimine de özel olarak şöyle hitâb etti: “Ey Abdüşems oğulları! Ey Ka`b İbni Lüey oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız! Ey Abdümenâf oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız! Ey Hâşim oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız! Ey Abdülmuttalib oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız! Ey Fâtıma! Kendini cehennemden kurtar! Çünkü sizi Allah’ın azâbından kurtarmaya benim gücüm yetmez. Ama aramızdaki akrabalık bağı sebebiyle sizinle ilgimi kesmeyeceğim.” (Müslim, Îmân 348, 351. Ayrıca bk. Buhârî, Tefsîru sûre (26) 2; Tirmizî, Tefsîru sûre (27) 2; Nesâî, Vesâyâ)
Bunları sana örnek olsun diye yazıyorum. Bir de senden başka kimsenin buralara kadar okuyacağını zannetmiyorum. Öyle çok fazla kişinin bu yazdıklarımdan haberi olacağını da zannetmiyorum. O yüzden rahat rahat yazıyorum. İnsanlar okumuyorlar, yapacak bir şey yok.
Cevaplarım daha bitmedi, altta devam ediyor. Şu araya kısa bir şey daha yazayım. Allah diyor ki, mealen yazayım; "asıl hayat öbür tarafta, bu dünya sıkıntılarla zorluklarla imtihanlarla dolu, buraya bağlanmayın." Allah öbür tarafta dünyada yaptıklarına karşılık sıkıntısız, ebedi mutlu bir hayat verecek. Eğer sıkıntısız bir hayatta benimle yaşamak istersen o zaman bu tarafa dön, Allah bizi bir araya getirir. Yeter ki Allah'a güven. Peygamberimiz de böyle söylemiş.
Enes b. Mâlik’den rivâyet edilmiştir.
Bir adam Rasûlullah'a gelerek: "Ey Allah’ın Rasûlü kıyamet ne zaman kopacaktır?" diye sordu. Rasûlullah namaza kalktı ve namazını bitirince; “Kıyametin kopmasını soran kimse nerededir?" Buyurdu. Adam: "Benim Ey Allah’ın Rasûlü" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah : “Kıyamet için ne hazırladın?” buyurdu. Adam: “Kıyamet için fazla namaz ve oruç hazırlayamadım fakat ben Allah’ı ve Rasûlünü seviyorum” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu: “Kişi sevdiğiyle beraberdir, sen de sevdiğinle beraber olacaksın" buyurdu. Müslümanların Müslüman olmaları dışında bu söze sevindikleri kadar başka bir şeye sevindiklerini görmedim.” (Ebû Dâvûd, Edeb: 113; Müslim, Birr: 50)
Enbiya suresinde bir bölüm var; peygamberleri anlatıyor. Onlar Allah'a güvenip dua etmişler, Allah da dualarını nasıl kabul ettiğini anlatıyor. Eyüp peygamber için seksen dördüncü ayette şöyle diyor: Ona olumlu cevap verip ondaki sıkıntıyı gidermiştik. Katımızdan bir ikram ve kulluk edenler için bir ders olsun diye de ona, hem ailesini hem de bir o kadarını daha vermiştik. Koyu belirttiğim yerde gördüğün üzere bu ayetlerde bize ders var. Biz de Allah'a güvenir, dua edersek Allah bize de aynısını verecek. Zaten doksan ikinci ayette bu saydığı peygamberlerin arasına katılacağımızı söylüyor. Bu ayetler bana moral veriyor. Benim de karşılık beklediğim dualarım var. Dualarımın neredeyse hepsi ahiretle ilgili. Allah’ın duaları kabul ettiği ayetleri gördüğümde kendimi hiç olmadığı kadar iyi ve güçlü hissediyorum. Boynumdan aşağısı felçli ama yürüyen çok insandan daha güçlüyüm. Bu gücü ayetlerden alıyorum. Allah doksan ikinci ayette bir şey daha diyor; Sizin sahibiniz benim. Bu benim çok hoşuma gidiyor. Düşünsene bizi sahiplenen, kendi halimize bırakmayan, cennetine girelim diye bizi eğiten bir Allah'ımız var. Yeri, göğü, bu kainatı bir sözüyle yaratan bir güçten bahsediyoruz. Eline kazma kürek alıp yapmıyor. Tasarladığı şeyin oluşması için emir veriyor ve o şey oluşmaya başlıyor. Eğer ona yönelirsen seni sahipleniyor. Çok güzel değil mi?
Bakara
Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım
186 - Kullarım beni sana sorarlarsa, ben onlara yakınım. Bana dua edenin duasına karşılık veririm. Onlar da benim çağrıma cevap versinler ve bana güvensinler ki olgunlaşabilsinler.
Enbiya suresinin 71-92 ayetlerini okumanı isteyeceğim. Alttaki linkten okuyabilirsin. Allah duaları nasıl kabul ediyor bu ayetlerden görebilirsin. Eğer senin de duaların varsa, ahiret beklentin varsa örnektir bu ayetler. Sen de kendini iyi hissedecek misin bakalım. 21. sure
İnsanların başına bir sıkıntı gelince "biz buna nasıl dayanacağız" diye konuşmaları Allah'ın başımıza gelen şeyleri bize kolaylaştırdığını bilmemesinden geliyor. Mustafa hoca el Kadir dersinde başka bir konuya değindi "bir insanın başına bir şey geldiğinde Allah onu ona kolaylaştırır, dayanma gücünü de verir" dedi. Bunu da anneme dinlettim. Hastanelerde yaşadıklarımızı düşününce, Mustafa hocanın anlattıklarının doğru olduğunu görüyorum, Allah sıkıntıları kolaylaştırıyor olsa gerek yoksa bu kadar şeyi nasıl atlatalım. Bu videonun sonunda Mustafa hocanın tabiri caizse isyanı var, müfessirlerin yazdığı Kur'an meallerine isyan ediyor. Bilerek burayı kesmedim, bunu da duy istedim. Eleştirdiği tercüme konusunda yazacağım. Alttaki tercümede Allah Eyyub peygambere "ayağını yere vur, yıkanılacak su" diyor, Mustafa hoca bu fiili başka türlü değerlendiriyor.
Sad
Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım
41. Eyyub kulumuzu da an/hatırla/anlat!
Hani, Rabbine şöyle seslenmişti:
“Şeytan beni zorluğa
ve
eleme/sıkıntıya uğrattı.”
42. “Ayağını yere vur! İşte yıkanılacak
ve
içilecek soğuk bir su” dedik.
Bu da Mustafa hocanın meali ve açıklaması
Sad
Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım
42. (Biz de) “Düş yola![*] Bak işte (şurada) hem yıkanılacak hem de içilecek soğuk bir su var!” (demiştik).
[*] Buradaki urkud, Tâhâ 77’deki ıdrıb gibi deyimsel bir kullanıma sahiptir. Bu ibâre gayretin mümkün olan her türüne teşvikle “ha gayret”, “çaba göster biraz”, “şifa ara”, “düş yola” anlamına gelen bir tabir olarak anlaşılmalıdır. Kıssanın görünen tarihsel kahramanı Hz. Eyyub ise de, gerçek ve zamanlar üstü kahramanı “sabır”dır. Sabrın bu bağlamdaki karşılığı hem direniş, hem göğüs geriş, hem de çare arayıştır. Eski Ahid’deki nakilden Hz. Eyyub’un ağır bir cilt hastalığına yakalandığı çıkarılabilir (Eyyub, 2:7).
Arapça bilmesen de biraz araştırmayla bu iki mealden hangisi doğru anlayabilirsin. Tevrat'a Eyüp peygamber bölümüne bakalım. Eyüp peygamberin bir hastalığı varmış.
7 - Böylece Şeytan RAB'bin huzurundan ayrıldı. Eyüp'ün bedeninde tepeden tırnağa kadar kötü çıbanlar çıkardı. 8 - Eyüp çıbanlarını kaşımak için bir çömlek parçası aldı. Kül içinde oturuyordu. (Eyüp 2. bölüm)
4 - Yatarken, ‘Ne zaman kalkacağım’ diye düşünüyorum, Ama gece uzadıkça uzuyor, Gün doğana dek dönüp duruyorum. 5 - Bedenimi kurt, kabuk kaplamış, Çatlayan derimden irin akıyor. (Eyüp 7. bölüm)
Mustafa hoca ayete "kalk şifa ara" diye meal vermiş ama Eyüp peygamber zamanında bu hastalığı iyileştirecek şifahaneler, şifacılar, hastaneler yoktu. Eyüp peygamber o dönem şifa için nereye gidebilir? Ama Allah “Ayağını yere vur! İşte yıkanılacak ve içilecek soğuk bir su” dediğinde bu mucizedir. Çıkan su Eyüp peygamberi iyileştir. Fakaaaaat bugün o günlerden farklı. Başına bir sıkıntı geldiğinde mucize bekleme, kalk derdine derman ara. Sonuç olarak Mustafa hocanın meali bana göre yanlış ama verdiği mesaj tam bugüne göre. Bir derdin varsa derdine derman ara.
Video açılmıyorsa hemen altındaki linke tıkla.
Allah sıkıntıları sahibine kolaylaştırır.
Allah sıkıntıları sahibine kolaylaştırır.
Buradan şu çıkıyor senin de başına bir şeyler gelirse Allah sana da kolaylık verecek unutma bunları.
İmtihanların insanları nasıl olgunlaştırdığı, Rabb olan Allah’ın terbiyesi ve Zül celali vel ikram ismi nasıl tecelli ediyor peygamberlerin hayatlarından örnek vereceğim ki yazdıklarımın örneğinin Kur’an’da da olduğu, bunların benim kurgum olmadığı, Allah’ın bu dünyadaki düzeni olduğu daha açık görülebilsin.
Mustafa hocanın yine esma derslerinde Yusuf peygamberi anlattığı videoyu göstereceğim. Neden imtihanlardan geçtiğimize başka bir cevaptır bu video.
Ayetleri yazmaya kalkarsam Yusuf suresinin tamamını yazmam gerekir. O yüzden surenin geniş özetini yazacağım. Ayetlerden alıntı yaparak yazacağım. Dolayısıyla bazı cümlelerde ben geniş zaman kullanırken alıntı yaptığım ayetlerde şimdi zaman veya geçmiş zaman olabilir. Alıntıları italik belirteceğim. İstersen sen sonra surenin tamamını okuyabilirsin. Mustafa hocanın anlattıklarını anlamak ve Yusuf peygamberin yaşadığı imtihan ve sonunda Allah'ın ikramını görmek için yazdığım özeti mutlaka oku.
Yusuf peygamber daha çocukken abileri tarafından, babaları Yusuf'u daha çok seviyor diye kıskanılır. Yusuf’u öldürmek isterler. Abiler plan yapar. Pikniğe gidiyoruz diye babadan izin alırlar, gider Yusuf'u bir kuyuya bırakırlar. Babaya da "Baba! Baba! Gittik… Yarışacaktık… Yusuf’u eşyalarımızın yanında bıraktık. Sonra onu kurt yemiş. Gerçi ne kadar doğruyu söylesek de bize inanacak değilsin" derler. (Yusuf 17) Daha sonra, "Bir kervan geldi, sucularını gönderdiler. Kovasını suya sarkıttı. “Ne mutlu bana! İşte bir oğlan çocuğu!” diye haykırdı." (Yusuf 19) Yusuf'u alır götürür, köle diye satarlar. (Yusuf 20) Mısır Sultanı alır Yusuf'u. Yusuf büyüyünce Sultan'ın eşi Züleyha Yusuf'a aşık olur. Züleyha bir gün odada Yusuf'a yaklaşacakken kapı açılır insanlar içeri girer. Züleyha hayınlık yapar "Ailene kötülük etmek isteyenin cezası nedir? Zindana atılmaktan başkası var mı? Belki de acıklı bir azap gerekir değil mi?” der. (Yusuf 25) Akıllı bir adam çıkar, "Eğer gömleği önden yırtılmışsa kadın haklı, o (Yusuf) yalancının tekidir. Yok, eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylüyor, doğru söyleyen odur” der (Yusuf 26,27) Bakarlar ki Yusuf'un gömleği arkadan yırtılmış. Kadın Yusuf’a olan arzusundan "kaçma gel buraya" deyip yakalamaya çalışmış olsa gerek. Şehirde kadınlar arasında “Vezirin karısı genç kölesiyle ilişkiye girmek istiyormuş. Aşkı yüreğini sarmış. Onu açık bir sapkınlık içinde görüyoruz” (Yusuf 30) demeye başlar. Bunun üzerine Züleyha bazı kadınları saraya davet eder, meyve ikram eder. Kadınlar meyve soyarken Züleyha Yusuf’u kadınların karşısına çıkartır. Meyve kesen “kadınlar Yusuf’u görünce büyülendiler ve ellerini kestiler. Dediler ki “Olmaz böyle şey! Allah için bu insan değil, olsa olsa değerli bir melek olur.” (Yusuf 31) Züleyha “beni ayıpladığınız kişiyi görün işte. Onun benim olmasını gerçekten çok istedim ama o hep kendini korudu. Hele istediğimi yapmasın kesin hapse girer ve kendini itibarsız olanlar arasında bulur” der. (Yusuf 32) Yusuf, “Rabbim! Bu kadınların isteklerine uymaktansa hapsi tercih ederim. Onların oyununu benden savmazsan onlara karşı çocukça davranır ve cahillik edenlerden olurum” (Yusuf 33) der ve hapse atılır. Yıllarca hapiste kalır. Bir gün hapisteki arkadaşlarından biri çıkarken Yusuf ona “Sultan’a benden de bahset” der (Yusuf 42) ama hapisten çıkan kişi bunu unutur ta ki Sultan gördüğü bir rüyayı yorumlayacak birini arayana kadar. (Yusuf 43) Hapisten çıkan kişi o zaman Yusuf’un rüyaları yorumlayabildiğini hatırlar ve Sultan’a bahseder. Yusuf rüyayı yorumlar. Sultan Yusuf’u hapisten çıkarmak için o kişiyi geri gönderir. Yusuf hapisten çıkmaz, o kişiye “Efendine dön de sor bakalım, ellerini kesen kadınların derdi neymiş? Benim efendim (olan Allah) onların oyunlarını bilir” der. (Yusuf 50) Sultan bu olayı soruşturur. Ellerini kesen kadınlara sorar. Kadınlar “Allah için o böyle şeylerden uzaktır. Onun aleyhine bir kötülük bilmiyoruz” derler. Sultanın karısı Züleyha da itifafta bulunur; “Şimdi bütün gerçek ortaya çıktı. Ondan murat almak isteyen bendim. O gerçekten dürüst bir kişidir.” (Yusuf 51) Bunun üzerine Yusuf “O (kadının kocası)bilsin ki yokluğunda ona hainlik etmedim. Allah, hainlerin oyununu hedefine ulaştırmaz” der. (Yusuf 52) Sultan Yusuf’un dürüst biri olduğunu anlayınca “getirin onu bana; özel adamım yapayım ” der. Yusuf’la görüşünce de dedi ki “Bugün sen bizim katımızda sağlam yeri olan güvenilir bir kişisin.” (Yusuf 54) Yusuf hapisten çıkınca Sultan’a “Beni ülkedeki hazinelerin başına getir. Ben onları korurum ve bu işi bilirim” der. (Yusuf 55) Bundan sonraki elli altıncı ayet şöyle; Böylece ona, o ülkede iyi bir makam verdik. Orada istediği yere yerleşebilirdi. Biz ikramımızı, gerek gördüğümüz kişiye yaparız. Güzel davrananların ödülünü eksiltmeyiz.
Yusuf peygamberin başından kırk tane olay geçti, neredeyse herkes ihanet etti, yıllarca hapiste kaldı ama sonunda Allah'ın ikramını gördü. Hayat böyle bir şey. Allah seni sabredeceğin bir duruma sokar, sabrın sonunda da ikram eder. Bizi geliştiren, olgunlaştıran bu sabır sürecidir. Hocanın şu sözünü unutma "Allah seni bir gün, bugün değilse yarın yüreğinde taşıdıklarının yanına koyacak, o zaman yüreğinde kimi taşıdığına dikkat et." Önce dinle sonra yazacaklarım var.
Video açılmıyorsa hemen altındaki linke tıkla.
Hocanın şu sözü her şeyi açıklıyor; "Mısır'a sultan olmak istiyorsanız bunun yolu kuyudan geçmektir, neden kuyuya attın demeyin." Yusuf peygamberin çocukken abileri tarafından kuyuya atılmasıyla başlayıp orta yaşlarına kadar süren bu sıkıntıların ardından Mısır'a hazineden sorumlu bakan olmasının hikâyesi böyle. Daha önce bahsettiğim Allah’ın ikramını görüyorsun. Allah bu ikramı kuyudan hapse giden yolun sonunda veriyor. Allah geçmiş dönem peygamberleri veya Kavimlerin kıssalarını boş yere anlatmıyor. Bunlar bizim yaşadığımız imtihanların iç yüzünü anlamamız için birer anahtar. Eğer dünyada/ahirette veya ikisinde de makam sahibi olmak olmak istiyorsan kuyunun dibine inmeyi göze almalısın. Allah'ın Celal ve İkramı kuyudan geçiyor. Celal ismi tecelli edince insan kuyuya düşüyor. Kuyuda rehabilitasyon ve eğitimden geçiyorsun. Allah'ın terbiyesini görüyorsun. Kuyudan çıkınca da Allah ikramda bulunuyor. Benim yaşadıklarım da böyle. Sen imtihan olduğunda, yaşadıklarının iç yüzünün açıklaması yine bunlar olacak. O yüzden başımıza bir şey gelince Allah’a “neden beni kuyuya attın” dememek lazım. İmtihan olanlar Yusuf suresinde ki gibi kuyunun dibini gördü, görüyor, görecek. Bundan kaçış yok. Ama insan kuyudan çıktığında artık başka biri oluyor. Gözün başka görüyor kulağın başka duyuyor. Kuyuya düşen herkese selam olsun. Bir gün buluşur konuşuruz inşaalah.
Peygamberlerin imtihanı ile ilgili bir video daha göstereceğim. Allah bir anne babaya spastik bir evlat da verse, benim gibi yirmi bir yaşında omurilik felçlisi yapsa ya da ölümüne karar verse de “bütün bunlar birer imtihandır” diyebilip sabretmek gerekiyor. Evlat acısı belki en büyük acıdır. Yaşamayan anlayamaz. Yaşayan da kolay kolay normal hayatına geri dönemez. İmtihanların en büyüğü peygamberlere gelmiş. Peygamberimiz altı evladının acısı yaşamış. Altı evladını toprağa vermekle hangi acı kıyaslanabilir? Bütün bu zorluklardan sonra Allah peygamberimize bir de "diğerlerine verdiğim mal mülk çoluk çocuğa gözünü dikme" demiş.
Ta Ha
Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım
131. Dünya hayatının süsü olarak, kendilerini imtihan için üst üste nimetler verdiğimiz kişilere imrenme. Rabbinin (Ahirette) vereceği rızık daha hayırlı ve daha kalıcıdır.
132. Ailene namazı emret, sen de namaza devam et. (Rızkı bahane etme) Senden rızık istemez, sana rızık veririz. Mutlu son, Allah'tan çekinerek kendini korumanındır (takvanındır).
Bu, peygamber olmanın bedelidir. Bu emir üzerine peygamberimiz ne yapmış Mustafa hocadan dinleyeceksin. Aklından “keşke peygamber olsaydım” diyen varsa bir daha düşünsün. Müslümanların rahat rahat yaşayacağı hayat ahirette başlayacak. O yüzden Allah pek çok ayette bu dünyanın geçici olduğunu, asıl hayatın ahiret hayatı olduğunu söylüyor. Mesela Bu dünya hayatı; yalnızca bir oyun ve oyalanmadır. Asıl hayat, ahiret yurdundaki hayattır. Keşke bilseler. (Ankebut 64)
Video açılmıyorsa hemen altındaki linke tıkla.
Bir video daha var. Bu seferkini yine esma derslerinden El Vekil dersinden aldım. Yine peygamberlerin imtihanlarından örnekler vermiş ama arada değişik cümleler var; başına bir şey gelen bunun aslında şifa olduğunu görürse hayata bakışı değişir, aslında derman bulmuştur, bu onu geliştirir gibi cümleler var. Bunlar benim gibi insanları anlatıyor. İnsanlar güçlerinin bittiğini hissettiğinde Allah'a yönelirlerse Allah onlara yetermiş, yardım edermiş. Buna Allah'a güven deniyor. İman Allah'a güvenmek demektir. Bütün bunların toplamına da islam deniyor. Zor durumda kalınca Allah'a güven, Allah sana yeter. 17 dakika biraz uzun gibi görünüyor hatta ilk bir kaç dakika sıkılabilirsin ama ortaya doğru dediklerine dikkat et. Videonun sonunda peygamberimizin Taif'te yaşadığı zorluktan bahsediyor. Peygamberimizin hayatındaki beni en çok etkileyen olaydır. Düşün şimdi Mekke'de yıllarca süren tecrit yaşamışsın, her taraftan tutmuşlar adım attırmıyorlar. Seninle beraber bütün müslümanlara eziyet ediyorlar. Peygamberimiz insanları bu durumdan kurtarmak için bazı müslümanları Medine'ye göndermiş bazılarını Habeşistan'a göndermiş, kendi de Taife gitmiş. Taif'te rahat bir nefes alır mıyım derken Taif halkı peygamberimizi taşlayarak kovalamış. Kısa bir video ile müslümanlara yapılanları ve Taif'i göstereyim. Görmek daha ciddiye almana sebep olabilir. Video açılmazsa alttaki linke tıkla.
Kafası, yüzü gözü yarılmış, işte bu halde Allah'a 'beni kimlere bırakıyorsun, eğer bunlar bana olan gazabından dolayı değilse hiç birisine aldırmam' diye dua etmiş. Celaleddin Vatandaş'ın peygamberimizin hayatını yazdığı kitaptan bu duayı göstereyim.
Ya Rabbi! Güçsüz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğünü yalnız sana yakınıyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Sen ezilenlerin, hor görülenlerin Rabbisin. Sen benim rabbimsin. Ya Rabbi sen beni kimlerin eline bırakıyorsun? Beni sertlik ve zorbalık içinde karşılayan bir yabancıya mı yoksa devam da bana etki yapacak bir düşmana mı? Yeter ki bunlar bana gazabın nedeniyle olmasın. Eğer bunlar gazabının nedeniyle değilse, çektiklerimin hiç birisine aldırmam. Üzerime çöken bu musibet ve eziyetler şayet Senin bana karşı bir gazap ve öfkenden gelmiyorsa, ben bunların hiç birisine aldırış etmem; hepsine gönülden tahammül ederim. İnanıyorum ki senin afiyetin bana karşı geniştir. Ya Rabb! Bana karşı gazabından yahut bana musallat olacak öfkenden kaçıp, her işi bir düzene koyan ve karanlıkları aydınlığa boğan ilahi nuruna sığınıyorum. Hoşnut kalacağın kadar sana memnuniyetimi sunuyorum. Sen her türlü tevbe ve istiğfara layık olansın. Kuvvet ve kudret ancak senindir.
Bu olay ve dua peygamberimizin hayatındaki beni en çok etkileyen olaydır. Peygambersin ama adım atacak yer bulamıyorsun. Mustafa hoca bu olaydan da bahsetmiş. Peygamberler bu kadar ağır imtihanlardan geçiyorsa bizim yaşadıklarımız nedir ki? Videonun sonunda Allah neden "bittim" dedirtiyor sorusuna cevap da var.
Video açılmıyorsa hemen altındaki linke tıkla.
"Bittim deyince Allah yetişir"
"Bittim deyince Allah yetişir"
Eee ne düşünüyorsun şimdi, bu videolar nasıl oldu da "bilir" oldum, bu idrak nereden geliyor sorularına cevap olmuş mu? Günlüğümün ilerisinde Allah neden bana böyle bir idrak verdi diye yazdığım yerler yine var, bu videoları orada tekrar göstermeyeceğim.
Şu an senin de sıkıntıların olmalı. Belki ileride daha da fazla olacak. Bu videolarda anlatılanları unutmazsan üstesinden gelirsin. Şimdi Aerosmith'den sonra ikinci şarkını hediye edeyim. Ogün Sanlısoy ilk çıktığında hoşuna gitmişti, onun bir şarkısı, "Düşmez Kalkmaz Bir Allah" Belki şu an ve bundan sonrası için bu şarkı moral olur. Şarkının sözlerini de ekledim.
Video oynatıcı çalışmıyorsa alttaki linkleri dene.
Aliya İzzetbegoviç
Dünya hayatı bir oyun ve bir eğlenceden başka bir şey değildir. Ama ahiret yurdu, korunup sakınan kimseler için daha iyi/daha kalıcıdır. Hala aklınızı kullanmıyor musunuz? (Enam 32)
Size verilen her şey, yalnızca dünya hayatının geçimi ve süsüdür. Allah’ın katında olan ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ akletmiyor musunuz? Şimdi kendisine güzel bir ödülü söz verdiğimiz ve de o söze kavuşacak olan kimse; dünya hayatının zevkini yaşayan sonra da, kıyamet günü yakalanıp getirilecek olan kimse gibi midir? (Kasas 60-61)
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah, hayrını dilediği kişiyi sıkıntıya sokar.”
Buhârî, Merdâ 1
Ümmü Seleme radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim: “Herhangi bir kul sıkıntıya düşer de “Biz Allah’dan geldik, Allah’a döneceğiz. Allahım, başıma gelen musibetin ecrini ver ve bana bundan daha hayırlısını lutfet” diye dua ederse, Allah Teâlâ onu uğradığı sıkıntıdan dolayı mükâfatlandırır ve ona kaybettiğinden daha hayırlısını verir.”
Müslim, Cenâiz 4