Nefs üzerine bu kadar yazmışken bir şeyden daha bahsedeceğim. Bir durum vardı ki bu, nefsimle ilgili miydi tam emin değilim ama on iki on üç yıldır aklımdan çıkmıyordu. Farklı bir durum, bunu nefsime yenik düşüp de düşünüyor değildim. Ampul gibi aklımda duruyordu. Bu, daha önce Nefis Terbiyesi Nedir? sayfasında yazdığım nefsimin arızası olup üstesinden bir türlü gelemediğim şey değil. Bu başka bir şey. Ben hiçbir şey yapmasam da yapsam da aklımdaydı. Bu durumu o kadar çok düşündüm ki nasıl oluyor da bu durum bir türlü aklımdan çıkmıyor diye. Esasen beni rahatsız etmiyor ama ampul gibi sürekli yanıyor. Bu durum acaba ne zaman aklımdan çıkar diye kendi kendime düşünürdüm. Mesela son nefesimi verirken de acaba hala aklımda olur mu diye çok düşünmüşümdür. Öyle ya son nefes en önemli andır. Öldüğünün farkında ise insan acaba aklında ne olur, neler geçer? Senin böyle bir şey var mı kafanda, ya da olur mu? Bunu biraz anlatmaya çalışacağım.
Kaza olduğu yaz Biga’ya gitmeden bir kız arkadaşım vardı, sen de tanıyordun. Onunla ilgili bu durum. Ailesi muhafazakar, kapalı bir aileydi. Bundan dolayı çok rahat değildi. Ben onun ailesinden çok farklıydım. Dolayısı ile o da farklı şeyler düşünmeye başladı. O ara sıra sıkıntılar yaşardı. Gelecek ile ilgili olacak şeyler çabuk olsa, içinde bulunduğu durumdan çabuk çıksa gibi. Ben bu sıkıntıların onun hayatını hep olumsuz etkileyeceğini anlatmışımdır hatta derdim ki, “Bir gün bana bir şey olabilir o zaman ne yapacaksın, bu sıkıntılar normal değil.” Bana bir şey olabileceğini neden söylerdim hiç bilmiyorum ama defalarca ara sıra bu konuşma olmuştur. Maksadım hayata karşı güçlü olmak lazım fikrini hatırlatmaktı, (acaba ben nereden biliyorsam). Sonra bana gerçekten bir şey oldu ve o arada kaldı. Eskisi gibi ailesinin her kararına uyacak modda değil, tek başına bir şey de yapamaz, bana da bir şey olmuş. Ne olacak şimdi? İki yıllık bir okul için Adapazarı’na gitti. Bir eczacı tanıdıkları vardı, ağır antidepresanlar kullandı, okul bitti, eve döndü. Bu iki yıl içinde ara sıra konuştuk ama eve dönünce iş değişti. Evlenme konusu açıldı. İsteyenler, haber gönderenler, hepsini geri çevirdi. Çünkü hazır değildi. Yaşadığı olayı atlatamamıştı. Gün geldi ailesine daha fazla karşı koyamadı ve evlendi. Hiç tanımadığı, hoşlanmadığı, sevmediği biriyle evlenmek zorunda kaldı. Bütün bunlar benim aklımdan çıkmadı. Buna nasıl alıştı, nasıl dayandı? İki sene önceki hayalleri başkaydı, iki sene sonra bambaşka bir şeyle karşılaştı. Bir şeye mecbur olmak, rastgele bir şey de değil bu, hiç tanımadığın biriyle hayatını birleştiriyorsun. Kazadan bir kaç sene sonra bu sorular aklıma takıldı ve çıkmadı. Hiç düşünmesem de aklımın bir yerinde durdu bu soru, nasıl alıştı?
Bir de daha önce 24 Mart 2012 - Rüyalar bölümünde yazdığım, onun gördüğü rüyayı düşünürsen, “Onur içki içerse evlenemeyeceksiniz” diyen kişiyi, bayağı ilginç bir durum oluyor. Mesela daha sonradan gördüğü bu rüyayı düşünmüş müdür? Rüyam çıktı diye aklından geçirmiş midir? Peki benim hakkımda ne düşünmüştür? Ya ben ne düşünmeliyim? Dayımın iş yerinin açılışında Tolga'ya anlattım, aldım şarap kadehini elime, “Bunu da görürse inanacağım” dedim, alay eder gibi. Belki de suçluluk duygusu olabilir bilinçaltımda, o yüzden bunlar aklımdan çıkmamış olabilir. Nasıl alıştı?
Bu kıştı, annemlerle dışarı çıkmıştık. Nereye gittik hatırlamıyorum. Akşam eve dönüyoruz trafik var. Arabanın arkasında sandalyemdeyim. Bu konu istemesem de aklımda yine ampul gibi yanıyor. Yine düşünüyorum bunlar neden aklımdan bir türlü çıkmıyor ve hiç istemesem de nasıl oluyor da aklımda duruyor. Bunları düşünürken karar verdim, "belli ki bu ölene kadar aklımdan çıkmayacak" dedim. Daha önce böyle kesin bir karara varmamıştım. Belki de kendi kendime “uğraşma, nedenini düşünme sen bunları unutmayacaksın” deyip kendimce konuyu kapatacaktım. Neyse eve geldik. Herkes bir kenara serildi. Televizyon falan izliyorlar ben de odama gittim. İnternette öyle vakit geçiriyorum, bazı şeylere rastladım. Bunu geriye doğru düşününce nasıl olduğunu bulamadım. Facebook’ta yazılanlara bakıyordum, oradan oraya tıklıyorum, o sayfadan diğerine geçiyorum birden kendimi Deniz’in sayfasında buldum. Deniz, en başta 17 Ağustos 2006 - Kaza sayfasında yazdığım Deniz. Bundan dolayı kendimi tuhaf hissetmeye başladım. Bu haldeyken Semih aradı. Bir kısmını anlattım, aklımdan çıkmayan kısmını değil de o akşamki denk geldiğim Deniz’i, kazayı anlattım. O yaz böyle böyle olmuştu diye. Konuştuk biraz, zihnimi dağıttı.
Ertesi gün tuhaf bir hal başladı. Sürekli dua ediyorum. İçimden geliyor. Engel olamadığım bir şey ve kendimi kötü hissediyorum. Bir umutla dua ediyorum. O kadar enteresan ki sürekli dua halindeyim. Sanki ben susuyorum içim konuşuyor. Ettiğim dua Deniz’le ilgili. Dediğim şey “Allah'ım onu da affet.” İnsan hiç tanımadığı birine neden böyle dua eder? Bu hal üç gün sürdü. Biraz düşünsene, üç gün boyunca hiç tanımadığın birine sürekli içinden dua ediyorsun, neden? O günlerde kuzenim Tolga'ya bebeklerini görmeye gitmek istiyoruz. Gitme planları yapılıyor, hatta ben ayarlıyorum. Güneş bebek ağustos 2012'de doğduğuna göre bu olaylar 2012'nin sonunda oluyor. Bu dua halinin üçüncü günüydü Tolgalara gittik. Evden çıkmadan öğleni kıldım ama ikindi girmemişti haliyle kılmadım ama teyemmüm için tuğlamı aldım, orada kılacağım. Evlerine gittiğimizde salona geçmeden, ikindiyi kılmak istedim. Tolga arka odaya götürdü beni. Başladım namaza. İkinci rekât mıydı üçüncü müydü tam emin değilim bir şey oldu; üç gündür süren bu dua hali ve aklımdan çıkmayan "nasıl alıştı" sorusu ve hissi çözülmeye başladı. Buz gibi eriyor. Bunu anlatmam mümkün değil. Nasıl bir his olduğunu tarif edemem. Namazdayım, o hal çözülüyor ve ben bunu hissediyorum. Namaz bitince o anda üstünde çok düşünemedim ben de içeriye geçtim ve o gün öyle geçti.
Daha sonra ertesi günlerde fark ettim ki bu on küsur senedir aklımdan çıkmayan soru “Nasıl alıştı” ve yeni Deniz için ettiğim dua aklımdan çıkmış. Daha doğrusu ampul gibi sürekli yanmıyor, sönmüş, sürekli aklımda değil. Bu nefsime yenilerek sürekli düşündüğüm bir şey değildi. O ikindi namazında ne olduysa artık ampul söndü. Bilmiyorum bu belki de bir imtihandı, belki sabır gösterilmesi gereken bir şeydi, bilemiyorum ama ampül söndü. Üstünden kaç ay geçti arada sırada aklıma geliyor ama eskisi gibi üstünde düşünmüyorum. Bunu yazmamın sebebi bunu kendi başıma, kendi içimde yaşanan bir şey olmadığını düşünmem. O ikindi namazında ne olduysa, bir şeyler değişti. Bunu da bence ancak ve ancak Allah’ın yaptığı bir şey olarak açıklayabilirim. Yani yine dikkat çekmek istediğim konu ben değilim, Allah.
Bir gün bu yaşadıklarımın iç yüzünü bilmek istiyorum. Deniz için üç gün ettiğim duanın sonucunu belki öğrenebilirim diye bu kitabı Deniz’e de hitaben yazdım. On küsur sene "nasıl alıştı" sorusu neden aklımdaydı bilmek isterim. O gün ikindi namazında ne oldu bilmek isterim. Bu rüyalar ne anlama geliyor, şeytan neden benimle uğraşıyor, ben kimim, bilmek istiyorum.
Sana bir sır vereyim mi? Bu günlüğü yazmayı bitirdiğim ertesi günü Allah "seni ayağa kaldırayım, istediğin gibi süper mutlu bir hayat yaşa ya da bu tarafa alayım kıyameti bekle? Hangisi?" dese, ikincisini tercih ederim. Bu dünyanın istenecek bir tarafı yok. Sıkıntılarla imtihanlarla dolu. Ben ölünce üzülme. Dünyada kalmak istemiyorum. Öbür dünyada tekrar birlikte olalım istiyorum. İnsanlar ölümden korkuyor ve kaçıyorlar. Yaşamlarını uzatmanın yollarını arıyorlar. Televizyonlarda tartışma ve haber programlarında bile bunu görüyoruz. Benim gibi insanlar ise kıyametin ne zaman kopacağını, ne zaman Yeni Bir Hayata başlayacağımızın heyecanını duyarlar. Niye Kıyamet kopmuyor diye düşünürler. Asıl mutluluğun öbür tarafta olduğunu ilahilerine, makalelerine, kitaplarına, günlüklerine yazar dururlar. Tabi bu, cehennem ayetlerini hatırlamazken duyduğum heyecan. Onları hatırlayınca bunları düşünemez oluyorum. Bir örnek göstereyim. Mustafa Cihat diye bir şarkıcı var. Onun "ne güzel" isimli şarkısına denk geldim. İstersen altta, dinleyebilirsin. Sayfa ortasında şarkı gösterme alışkanlığım yok ama sayfanın altında başka bir tane var. Bunu da göstermek istedim. O yüzden bu ortada kaldı. Steven Tyler, Rainbow, Kurban ve Ogün Sanlısoy'dan sonra ilginç olacak. Hiçbir sayfaya bakmadan, direkt bu sayfayı açan düşünsün dursun Steven Tyler, Rainbow, Kurban ve Ogün Sanlısoy ne alaka diye. Video açılmazsa alttaki linklere bak, onlar da açılmazsa internetten ararsın artık.
Mustafa Cihat şarkısında "şimdi vuslat ne güzel" diyor. Vuslatın en büyüğü Refik-i Ala ile buluşmaktır. Refik-i Ala en yüce dost demek. Beni babam sahiplenmedi. Sadece bakmak zorunda olduğu biriydim. Beni Allah sahiplendi; meyhaneden aldı, terbiye etti, hikmet verdi. Bu sayede İslam üzerine beş site yaptım. Arkamda beş site iki kitap bırakıyorum ve bunları sana emanet ediyorum. Beni Refik-i Ala ile buluşmaya gitti diye düşün. Sen de Refik-i Ala ile buluşacaksın. "Abimin bıraktıklarına ben baktım" diyeceksin :)) Ölümden korkma. Öldüğüm için de üzülme. Bizim için ölüm Refik-i Ala ile buluşmak demek. Ölümün, sevdiğin birinden ayrılma üzüntüsünü bir kenara koyarsak, ilgili ayetlerden öyle anlaşılıyor ki Müslümanlar için ölüm çok kolay oluyor. Korkulacak bir şey değil. Müminler ölünce ailelerine haber vermek isterlermiş. "Bizim için üzülmeyin, Allah bize ikramda bulundu, ölüm korkulacak bir şey değilmiş" demek isterlermiş ama onlara "hayır, gidemezsiniz" denirmiş. Belki de ben şu anda sana ölümün kötü bir şey olmadığını haber vermek istiyorum ama bana izin vermiyorlar. Sana haber veremesem de ölüm kötü bir şey değil. Ölüm, ölümsüz dünyanın başlangıcı. Bundan dolayı neden üzüleceksin ki? Bu konuda bir açıklama dinleteyim. Hoca ölüm uyku ilişkisinden başlamış anlatmaya, Zümer 42. ayeti okuyor sonra yazdığıma gelmiş.
Kendini yalnız hissediyor musun? "Efendim şu var bu var, şöyle böyle, falan filan." Herkese böyle söyle ama bana değil. Kendini yalnız hissediyor musun? Bekli kırık bir kalbin, yaralı bir yüreğin vardır. Sıkılmış bunalmış olabilirsin. Sendeki yaralara merhemin yoksa bu sese kulak ver. Hepsinin tedavisi, çözümü var. Şu an aramızda zaman ve mekan farkı var ama bir gün tekrar birlikte olabileceğiz. Daha önemlisi sana çok yakın Allah var. Bilmez misin, göklerde ve yerde tüm yetkiler Allah’ındır? Allah ile aranıza girecek hiçbir veli/yakın ve bir yardımcı yoktur! (2:Bakara 107) Veli ne demek biliyor musun? İki kişi birbirine o kadar yakın ki araya üçüncü kişi girecek yer bulamaz demek. Allah bizim velimizse Allah ile aramızda başka bir kişinin gireceği yer yok demektir. Bu yüzden Allah bize şah damarımızdan yakındır; Ant olsun insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz. Biz ona, şah damarından daha yakınız/içinden geçenleri de biliriz. (50:Kaf 16) Allah kendisini müminlerin velisi olarak tanıttıktan sonra diyor ki; Kullarım sana beni sorarlarsa, Ben onlara yakınım. Beni yardıma çağıranın çağrısına cevap veririm. Onlar da benim çağrıma cevap versinler ve bana güvensinler ki olgunlaşabilsinler. (2:Bakara 186) Yardıma ihtiyacımız olduğunda Allah’a dua eder yardım istersek Allah çağıranın çağrısına cevap veririm diyor. Kırık kalbin, yaralı yüreğin tedavisi burada. Allah'ın iyileştiremeyeceği yara yoktur. Ama bizden de kendi davetine uymamızı istiyor, sebebi olgunlaşabilmemiz için. Ayete dikkat edersen sebebinin bu olduğunu görebilirsin. Burada sorumluluk çıkıyor ortaya. Yaşam tarzımızı Allah'ın istediği gibi yapmamız lazım. Sen şimdi dersen ki "Allah isterse ben de bir gün namaza ibadete başlarım" o gün hiçbir zaman gelmez. Allah resulü bir gece Hazreti Ali'nin kapısını çalmış Ali ve eşine "ikiniz namaza kalkmaz" mısınız demiş;
Ali radıyallahu anh’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir gece Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Ali ile Fâtıma’nın kapısını çaldı ve onlara: “Namaz kılmayacak mısınız?” buyurdu. O anda Hz. Ali’nin hatırına Zümer sûresinin 42. âyeti geldi. Uyuyup kalmalarının bu âyete uygun düştüğünü hatırlatmak için: Yâ Resûlallah! Bizim canımız Allah’ın kudret elindedir. O bizi uyandırmak isterse, uyandırır, dedi. Hz. Ali’nin bu hazırcevaplığına Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem pek hayret etti. Kim bilir belki de o sırada namaz kılamayacak durumda idiler. Bu sebeple Allah’ın Resûlü hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp yürüdü. Giderken de mübarek elini dizine vurarak: “Zaten insan tartışmaya pek düşkündür” [Kehf sûresi (18), 54] âyetini okudu. (Buhârî,Teheccüd 5,Tefsîru sûre (18), 1, İ`tisâm 18,Tevhîd 31;Müslim,Müsâfirîn 206)
Bu olayı gözümde canlandırıyorum da çok ilginç değil mi? Ali bu hatırayı anlatırken kendini kınamış olmalı. Düşünsene Allah'ın rasulü kapını çalıyor, seni ve eşini namaza çağırıyor. Adı teheccüd olan gece namazı kılın diyor. Ali'nin cevabına bak, aklına Zümer 42 gelmiş, "Allah bizim namaz kılmamızı isteseydi uyandırırdı" demiş. Aslında Ali de çok iyi biliyordu ki Zümer 42'yi az önce kapısını çalan Allah'ın rasülü öğretti. Peygamberimizin halini gözünde canlandırsana, dönmüş arkasını giderken elini bacağına vurarak “Zaten insan tartışmaya pek düşkündür” ayetini okumuş. Peygamberimiz ilk vahiy aldığında bunu eve gelip anlattı, kabul edenlerin ilki eşi Hatice sonra Ali'dir. Ali aynı zamanda peygamberimizin damadıdır. Düşün böyle biri peygamberimizin gece namazı çağrısına "Yâ Resûlallah! Bizim canımız Allah’ın kudret elindedir. O bizi uyandırmak isterse, uyandırır" demiş. Bu bir anlık boş bulunma olsa gerek. Şimdi ben Allah'ın resulü değilim, basit bir kulum ama Allah'ın emir ve yasaklarını biliyorum. Yeni bir bedende yeni bir dünyada tekrar birlikte olmak için Allah'ın davetine uymak gerekiyor. Bu aslında işin kolay kısmı. Namaz kılmanın zorluğu yoktur. Olsun olsun bir vakit namaz en fazla on dakika sürer. Oruç desen, eğer yaz mevsimiyse o biraz zorlayıcı olabilir ama İnfak zekat sadaka bunlarda ne zorluk var? Sahip olduğun maldan paradan biraz fedakarlık edeceksin. Bunlar kolay şeyler. Bir namaz kılarsın kıldığın namaz arkanda kalır ama ettiğimiz dualar önümüzde duruyor, kabul edilmesini bekliyoruz. Hele bir de dualarına insanları koyduysan ve ahirete bağladıysan zor olan bu, sabretmek gerekiyor. Allah da zaten sabreden kullarını görmek istiyor. O yüzden başımıza bir sürü şey geliyor. Sen şimdi Allah'ın davetine icabet et ve dua et ama ahiret için dua et. Basit şeyler için dua etme. Onlar zaten olur. Mesela ahirette benimle beraber olmayı iste Kimi seviyorsan, ahirette kimi görmek istiyorsan, tekrar beraber olmak için dua et ama bu sefer onlara da sorumluluk düşüyor. Onların da yaşam tarzlarını Kur'an-ı Kerim'e göre düzenlemesi gerekiyor. O zaman burada okuduklarını onlara da anlat. Ben anlatamam diyorsan sayfaların linkini gönder okusunlar. Belki sonradan üstüne konuşursunuz. Şimdi tekrar sorayım; Kendini yalnız hissediyor musun?
Video açılmazsa alttaki linki dene. Daha sonra en yukarıda "Onur'un Günlüğü" Menü'sünden "6 Temmuz 2013 - Nefsimin Başıma Ördüğü Çoraplar" bölümünün altından bir sonraki "Ben Kimim?" sayfasına geç ya da linke tıkla.
Güneşte
denizin sonunda mavi bir duman gibi
gözümde tütüyorsun.
Yeşil bir erik dalı yüreğim
sen altın tüylü bir yemiş
sallanıyorsun.
Fakat ben seni böyle bir yemiş
ve bir duman gibi görmenin yerine
sahiden görmek istiyorum çıplak ayaklarını
sahiden dokunmak istiyorum uzun parmaklı ellerine!..
Nazım Hikmet