Onur'un Günlüğü

9 Mayıs 2012 - İstanbul

Enfeksiyon Günleri

Bu sayfayı okuyan dostum eğer Müslümansan, Allah’a inandım, güvendim diyorsan, bir gün bu yaşadıklarım gibi olaylar zinciri ile imtihan olmaya başlayacaksın. Hem de hiç beklemediğin bir anda, hayatının altı üstüne gelecek. Sabret.

70. Yıl Fizik Tedavi hastanesinden çıktıktan bir süre sonra benim on üç sene boyunca kurtulamayacağım idrar yolu enfeksiyonu başladı. Bugün tedavisi çok basit. O yüzden sanki önemsizmiş gibi algılandığı olabiliyor. Küçük bir bilgi vereyim ne kadar önemli olduğuna sen karar ver. Bu konuyu ilk araştırdığım zamanlarda Türkçe makale yoktu. Ben de yabancı makaleleri okumuştum. Oradan öğrendim ki İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra omurilik felçlileri ancak on beş gün kadar yaşıyormuş. Birinci sıradaki ölüm sebebi idrar yolları enfeksiyonu. Bugün bir hafta antibiyotik iğne oluyorsun geçiyor ama vakti zamanında çok can almış. Zaten basit bir rahatsızlık olmadığı için on üç sene bununla yaşadım.

Evde ilk enfeksiyon başladığında aklımda kalan en çarpıcı şey boyun ağrısıydı. Şiddetli bir boyun ağrısı çekiyordum. Ateşim 38 civarı, enfeksiyon olduğunu bilmiyoruz. Annem “Ne oluyor acaba” diye en yakın özel hastaneye gitmemizi istedi. Gittik. Acilde sedyede, üstümde kalın bir eşofman, gözlerim kapalı yatıyorum. Bir ara annem ateşime baktı ki ateş almış başını gidiyor. Benim gözler o yüzden kapanmış. Dolaptan çıkardıkları buzlu çarşaflara sardılar beni. Allah’tan boynumdan aşağısında sıcak soğuk hissi yok. Yoksa işkence yani. Neyse düştü ateşim, odaya çıktık gece oradayız. Ertesi gün boyun ağrısını soracağız.

Kızmış Abla

Ertesi gün geldi bir fizik tedavi doktoru, çift dal yapmış psikoloji de biliyor. Anlamış boynumda önemli bir şey olmadığını başladı “Nasıl zaman geçiriyorsun. Hangi kitapları okuyorsun” soruyor da ben boynumu merak ediyorum. Bana doğru düzgün bir şey söylemiyor. Neyse konuştuk gitti. Enfeksiyon doktoru geldi boynumu sordu "ne varmış boynunda" dedi. Dedim “Kitap falan sordu, pek ilgilenmedi”, o zaman beyin cerrahını çağırdılar. Geldi karizmatik bir amca, yatıyordum, enseme eliyle dokundu bastırdı, bastırdığı yerlerde ağrı olup olmadığını sorrdu, “var” dedim. “Önemli değil bu ağrılar kafana takma” dedi bir de “Reçetesine şu ilacı ekleyin ağrın olursa alısın” dedi ve gitti. Önemli bir şey yokmuş sadece enfeksiyondan dolayı şiddetli bir ağrı olmuş. Doktor bu işte. Bu sefer öteki geldi, duymuş “İlgilenmedi” dediğimi. Kendince muayene yaptı oda, kızmış belli. Sonra çıktık hastaneden eve geldik ve böylece enfeksiyonlu günler başlamış oldu.

E Coli Ve Pseudomonas

Babam üniversite mezunu eczacı Doğan Bey olduğu için enfeksiyon başladığı zaman hastaneye gitmezdik. Yakındaki laboratuvara idrar verir tahlil yaptırırdık. Tahlillerde ya e coli ya da pseudomonas çıkardı. Ona uygun antibiyotik de belli olurdu. Alırdık antibiyotiği, hemşiremiz Nazile teyzeyi çağırır iğne yaptırırdık. Hastaneye yatmadan evde tedavi olmak büyük imkan.

Enfeksiyon nasıl başlıyor, nasıl oluyor biraz bu durumdan bahsedeyim. Enfeksiyon kandaki sedimantasyon ve crp değerini yükseltiyor. Zaten vücutta enfeksiyon olduğu kan tahlilinden öyle anlaşılıyor. Bu iki değerin yüksek olması çarpıntı ve halsizlik yapıyor. Çarpıntı ve halsizlik durumunda doğru dürüst bir şey yiyemiyorum. Normalde benim nabzım düşüktür, dakikada kırk beş elli atıyor. Enfeksiyon olunca doksan yüze çıkıyor. Bir tabak yemek yesem nabzım daha da yükselmeye çalışıyor, dayanamıyorum bu hale. Mecburen az yiyorum az su içiyorum. Bu ikisi az oldu mu da tansiyonum ayarlanmıyor. Oturduğum zaman yediye dört tansiyon seksen doksan atan nabızla durmaya çalışıyorum. Doktorlar seksen doksan nabza normal diyorlar ama benim nabzım normalde elli atıyor. Yani seksen doksan beni çok zorluyor. Nabzımın düşük olduğunu ilk Şirinevler'de yatarken fark ettik. Bir dahiliyeci vardı. Bir kaç zaman takip etti, eğer spor yaparken nabız yükseliyorsa sorun yok demişti. Gerçekten yatarken veya spor yaparken zorlamadım ama yataktan ilk kalktığımda tansiyonum düşük oluyor, yarım saat içinde vücudum duruma alışıyor. Bir rahatsızlık duymadan gün devam ediyor. Ama enfeksiyon varsa işte yukarıdaki nedenlerle çarpıntı, yiyememe, içememe, ve bunların getirdiği bir döngü.

Ateş

Ateş her gün aynı saatlerde yükselir, çok sadıktır randevusuna. Titreme, titremenin getirdiği boyun ve omuz ağrısı. Sonra titreme birden durur. Anla ki ateşim otuz dokuza gelmiş. Sonrası ateş düşürücüler, üstümde ne varsa soyunma ve ıslak bez seansı başlar. Sabaha karşı ateşim düşünce üç dört saat uyku. Sonra yan dön, kahvaltı,  tahlil için idrar ver çıkması üç günü bulur. Öğlenden sonra bu tablonun aynısı tekrar edecek. O bitecek akşam senası başlayacak. Ta ki uygun antibiyotik belli olup etki etmeye başlayıncaya kadar. Etki etmeye başlaması da iki üç günü bulur. Unutmadan bu arada serum bağlatmam lazım çünkü yüksek ateş, az yemek az içmek vücudu susuz bırakıyor. Sonra bu tablo hafiflemeye başlar. Kandaki sedimantasyon ve crp düştükçe yavaş yavaş oturmaya başlarım ama hiç güçüm yoktur. Ve etrafımda “yemek ye” “yemezsen oturamazsın” diyen insan topluluğu konuşmaya başlar. Kime nasıl anlatayım derdimi. Annemi ayrı tutarım, çünkü annem çok üzülürdü bu halime. Bir an önce güçlenmem için yemek yememi isterdi.

Acı

Yattığım yerde kollarımda güç olsun diye rehabilitasyonda öğrendiğim hareketlerden yapardım ama bu hareketler canımı yakardı. Normalde ağırlıkla elli defa yaptığım hareketleri boş kollarımla on defa yapamayacak halde olurdum. Ve durumun getirdiği iç sıkıntısı. Belki de en kötüsü bu sıkıntı.

İç Sıkıntısı

Vücudumdaki enfeksiyonu ilk olarak bu sıkıntı ile fark ediyorum, sonra karnımın titremesi. Müthiş bir sıkıntı varsa içimde ve karnımda titriyorsa hoş geldin kadim dostum. Sonradan uyandım da tahlil sonucu belli olana kadar idrar yollarına yönelik geniş spektrumlu bir antibiyotik almaya başladım. Bu, ateşimi o kadar yükseltmeden 37,5 civarında tutardı, çok yıpranmazdım. Ateş saatleri yine belli, yine ateş düşürücüler, yine ıslak bez hepsi var ama 39'a dayanmıyor. Tabi sonradan midem de iflas edince, hiçbir antibiyotiği içemez hale geldim keza antiseptikleri de. Antiseptikler de bakterilerin bölünme hızını azaltıyormuş zira kendileri geometrik ortalama ile çoğaldıkları için antibiyotiğin yanında antiseptik de veriyorlar.

Mesanemdeki Reflü

Bu enfeksiyon tablosu, on üç yıl, yılda ortalama iki defa yaşadığım bir durumdu. Aslında sayı vermem pek doğru değil. Dışarı çıkıp üşürsem, banyo yapıp üşürsem, rüzgarda kalıp üşürsem, hatta evde üşürsem enfeksiyon başlardı. Bu tablo uzun yıllar sürse de yaşanabilir bir durum. Bu on üç yılın yarısından itibaren işler değişti. Mesanemde reflü başlamış. Böbreklerim sürekli basınç altında kalmış, hiç haberimiz olmadı. Beni en çok zorlayan şey buydu çünkü böbreklerimden dolayı tansiyonum çok düşüktü. Otururken yemek yiyemezdim. Beş seneden fazla her sabah bizimkiler kahvaltı ederken ben hiçbir şey yiyemeden öyle dururdum. Akşama kadar ara sıra bir kaç lokma bir şeyler atıştırırdım. Akşam da yattığım yerde yemek yiyebilirdim. Yalnız kalamama gibi acayip korkular olurdu ve bu durum her gündü ve yıllar sürdü.

O Yaz Annem Ve Ben

Hastanenin adını vermeyeyim, dayımın o hastaneyi keşfiyle başladı her şey. Hastahaneyi, doktorları oradaki düzen çok hoşuna gitmiş, anlatırdı. Kendi de baş dönmesi için gitmişti zaten. Annemde de baş dönmesi problemi olduğu için anneme de tavsiye ettiler. Annem de gitti. Eve boyunlukla geldi. Ayakta duramıyordu.

Gıcık Şey

Baş dönmesi çok gıcık bir hastalık. Nereden olduğu hemen anlaşılmıyor. Hatta bazı insanlara tam teşhis bile konmuyor. Kulaktan, beyinden, boyun damarlarından, kireçlenmeden olabiliyor. Nereden olduğunu anlayabilmek için bütün bu doktorları geziyorsun. Kulağımızda dengemizle ilgili bir mekanizma var. Orada kristaller varmış. Onlar durduğu yerden çıkarsa baş dönmesine sebep olurmuş. Bunu düzeltmek için insanları sırt üstü sedyeye yatırıp, boyunlarını sedyeden aşağı sarkıtıp, kafayı sağa sola çeviriyorlar, göz bebeklerine bakıyorlar. Göz bebeklerinin hareketi kristallerin yerleşip yerleşmediğini gösteriyormuş. Bunu Semih'e de yapmışlar, şimdi sağ kulağı duymuyor, solda da işitme kaybı var. Anneme de yaptılar bunu. Annem eve iki kişinin kolunda geldi, ayakta duramıyordu. Niye yaparlar böyle sonuçları olan bir şeyi? Sonrası malum o yaz İstanbul’da kaldık. Herkes gitti bir anneannem kaldı. Kızı hasta, kızının oğlu felçli. Bir tek anneler bırakıp gitmez çocuklarını. Annemin beni bırakmadığı gibi anneannem de annemi bırakmadı. Anneannemin anneme olan hassasiyeti annemden anladığım kadarıyla şöyle başlamış; hastaneden eve çıktığımız ilk zamanlarda, bizim evin dışında anneannemde ya da teyzemde olabilir, biri anneme beni sorsa “onur nasıl” diye, annemin hemen gözleri dolar cevap veremez halde olurmuş. Anneannem kızını böyle görünce zaten çok yorulduğunu biliyor, bir de kaldıramadığını görünce anneme karşı hassasiyet geliştirmiş.

Anneannem

Annem hiçbir şey yapamadığı için seksen yaşında anneannem yemek yapardı ayakta duramazken. Biliyorsun diz kapaklarında sorun var anneannemin. Sürekli ilerliyor. Bir gün gelecek artık yürüyemeyecek. O halde iki dakika oturup beş dakika ayakta durarak yemek yapardı. Diğer herkesin keyfi yerindedir ve hatta gittikleri yerlerden, yazlıklarından telefonda bizi sorarlardı “Neler yapıyorsunuz siz orada?” diye. Hiiç yaşamaya çalışıyoruz ya siz?

Sıcak Ama Ne Sıcak

O yaz İstanbul çok sıcaktı ve daha önemlisi çok nem oldu. Havadaki nem miktarı çoksa ben nefes alamıyorum. Düşük diyafram dedikleri bir durum söz konusu. Köpekler gibi kısa kısa nefes alıyorum. Nem çok yüksek olduğu için oksijeni yeterince kullanamıyorum. Bir de terleyemeyince ortamdaki sıcak direkt üstümde kalıyor. Sürekli ısınıyorum, ateşim çıkıyor çünkü omurilik felçlilerinin felç olduğu seviyenin alt kısmı terlemez. Böyle zamanlarda kafamda yaş bezler, sürekli elimi yüzümü kafamı ıslatarak yaşıyorum. Klimasız ortam hariç yirmi dört saat böyleyim. Gün başlıyor, güneş odama doğuyor. Annem zaten kendinde değil, gözü kapalı yarı oturur pozisyonda yatağında duruyor. Kalkmaları saat onu buluyor. Ben o saate kadar zaten pişiyorum odamda. Ekside başlıyorum yani güne.

Kalkınca soğuma operasyonu sonra kahvaltı. Annem “düzelmem lazım” deyip zorla yemek yerdi. Annem çok güçlü bir insan. Ona benzediğim için ne kadar şükretsem azdır. Ben bahsettiğim nemden ve sıcaktan dolayı çok az yiyebiliyordum. Sonra annemle televizyon karşısına geçer, annemin kucağında yastık, ışıktan gözleri rahatsız olduğu için perdeler kapalı, beraber televizyon izlerdik. Annem tam izlemiyor da dinliyor, ara sıra da gözlerini açıyor. Annemi bırakıp gidemiyorum çünkü odamdayken aklım annemde kalıyor. Yanında oturur, televizyona bakardık beraber.

Temmuz

Günler böyle geçerken Temmuz geldi. Sıcaklar ve nem arttı. Köpek gibi nefes alıyorum kısa kısa, beslenemiyorum farkında değilim. Öğlenden sonra çok yorulur, yatar, “Avrupa Yakası” dizisinin tekrarı vardı onu izlerdim. O an en mutlu olduğum andı. Hiç tahmin etmezdim bir gün bir dizi izleyerek çok mutlu olacağımı zira televizyon sıkıcı bir şey.

Geceler o kadar sıcaktı ki, cam açık yatıyordum. Sıcaktan ve yoldan geçen arabaların sesinden uyuyamazdım. Sabaha karşı hafif bir serinlik başlardı, o ara uyudum uyudum.

Annem kendiyle ilgili hiçbir şey yapamadığı gibi benimle ilgili de hiçbir şey yapamıyordu. İdrar alma olayını babam, tuvaleti hemşiremiz Nazile Teyze yaptırıyordu. Hiçbir şey yiyemediğim ve içemediğim için kabızlık söz konusu ve her seferinde kanayan hemoroidim vardı. Tuvaletimi yapayım veya yapamayayım, bittiği an yine dünyadaki en mutlu insan benim. Bitmemesi benim aleyhime, aynı şeyleri tekrar yaşayacağım çünkü ama yine de tuvaletim bitmese de olay bitince çok mutlu olurdum.

Anneme Doktor Ararken

Ve doktorlar. Doktor arıyoruz anneme. Babam eskiden çalıştığı ilaç şirketin aradı. İlaç tanıtımı yapanlardan bir doktorun ismini alacak, ona ulaşılacak, gidilecek. Babam krallar gibi karşılanmayı sever. İlaç tanıtımı yapan insanlar babamı hastanede karşılar, yapılacak her şeyi onlar yapar. Bunu ayarlamaya çalışıyor. Haber geldi aradığı doktor yurt dışında konferanstaymış. Bir hafta sonra gelecekmiş. Biz de onu bekleyecekmişiz. Herhangi bir hastanenin ilgili bölümüne gitsek bile bir ilgilenen çıkar bizimle. En azından orası değilse bile yol gösterirler. Ama biz bir hafta bekleyecekmişiz ama ben beklemedim. Babam gibi değilim ben. İnternetten baş dönmesini araştırdım. Kulak burun boğaz veya nöroloji doktorlarının ilgilendiğini öğrendim. O dönem her yerde mantar gibi açılan özel hastaneler yoktu. Cerrahpaşa'nın web sitesini açtım. Nöroloji bölümündeki hocaların öz geçmişlerini ve katıldığı konferansları okuyarak bir isim belirledim. Aradım. Cuma günü telefon günü olduğunu o gün aramamı söyledi. Cuma günü aradım. Annem yanımda, annem bana, ben doktora hangi durumlarda nasıl başı dönüyor diye anlattım. Doktor “daha çok kulak ve denge merkezi gibi görünüyor, önce Kbb ye gidin olmazsa nörolojiye gelin” dedi. Ben de Cerrahpaşa'nın Kbb sayfasını açtım, tekrar hocaların öz geçmişlerini ve katıldığı konferansları okuyarak bir isim belirledim. Aradım. Randevu aldım. O zaman telefonla hocalardan randevu alabiliyorduk. Bizimkilere söyledim, "şu saatte şurada randevunuz var" diye. Bir de annemin durumunu anlatan mektup yazdım. Annem zor yürüyor, korkuyor, panik halinde olduğu için belki tam ifade edemez diye yazdım mektubu. İşe yaramış.

Annem morali çok düzgün geldi. Doktor “ben seni iyileştiririm hiç merak etme” demiş. Bu söz annemi çok mutlu etmişti. Geldiler ne yaptıklarını neler konuştuklarını anlattı. Doktor boyun damarlarında tıkanma var mı yok mu görmek için emar istemiş. Boyun damarlarında tıkanma varsa az kan gidiyor diye baş dönmesi var diyecek. Bir kaç görüntüleme daha istedi onları yaptıracağız. Şimdi başka bir sorun, annem baş dönmesinden dolayı yatamadığı için emar çektiremiyor. Emar cihazı mezar gibi kapalı, çok dar olduğu için annemin oraya girmesi mümkün değil. İnternetten emar merkezleri araştırdım, sonra haber geldi özel bir hastanenin açık emarı varmış. Telefon ettim sordum, randevu aldım. Gittiler, zar zor çektirmişler. Cerrahpaşa’ya Kbb ye geri gittiler. Doktor beyine giden damarlarda veya her ne varsa bakılan hiçbirisinde bir sorun yok demiş. Bu sevinilecek bir haber çünkü damar tıkanıklığı olsa cerrahi müdahale söz konusu olacak.

Annemin damarlar açık ama yürüyemiyor, yatamıyor, oturamıyor. Evde televizyonun tam karşısında kucağında yastıkla duruyor. Yalnız kalamama ve bir takım korkular gelişiyor. Babamın dışarı çıkmasını istemiyor. Yapılabilecek her şey yapıldığı için bekliyoruz. Annem karşımda kucağında yastıkla gözleri kapalı duruyor ve ben dua ediyorum “Bizi kendi halimize bırakma bize yol göster” diye Bu arada ben artık öyle durumdayım ki tekerlekli sandalyemde neredeyse yatar pozisyonda oturuyorum. Kilo kaybetmişim, kemiklerim çıkmış, derime baskı yapıyor fakat farkında değiliz. Bir gün banyoda öne eğilmiş yüzümü yıkarken annem tesadüfen banyonun önünden geçerken sırtımdaki kızarıklıkları gördü “sırtına minder koyun” dedi. Görmeseydi sırtımda da yara açılacaktı zira altımda açıldı.

Annemde gelişen yalnız kalamama korkusunu ele alıp, bir bilene sorsak dedim. Açtım Cerrahpaşa'nın web sayfasını, psikiyatri bölümünden, başladım hocaların resimlerine bakmaya. Bir kişi tanıdık geldi. Prof. Kerem Doksat. Nereden diye düşündüm, Trt 2 de “Karizma” üzerine bir programda izlediğimi hatırladım. Aradım muayenehanesini, muayene ücretini sordum. (Bunlar çok eski fiyatlar) 150 tl dedi telefondaki kişi, kamyon geçiyor fakat buradan tam cevap verirken. Hava sıcak cam açık, evimiz yolun kenarında. Kamyon sesinden tam duyamadım. Tekrar sordum "150 Tl mi dediniz" dedim. Bu sefer de oradan kamyon geçmiş olacak ki "evet" dedi telefondaki kişi. Annemler gidince öğreniyorlar ki meğer 350 Tl imiş. (Annem en son gittiğinde 900 Tl olmuştu.) Kamyonu, gürültüyü denk getiren kim? Bir yere gidilecekse, götürür. Babam 350 Tl olduğunu duysaydı asla gitmezdi. Bekleyelim biraz daha derdi. Giriş olsun diye bir mektup da Kerem Bey’e yazdım. O da işe yaramış. Ama geldiklerinde annemin neyi olduğundan çok muayene ücretini konuştuk. Babam çok kızmış. "Bu adam inek gibi sağacak bizi" dedi durdu. Annemi düşündüğü yok. Paracıkları gidecek ona yanıyor. Annem bizim evin bel kemiği. Annem olmazsa her şey biter ki o yaz ben bittim. Hem anneme "ne zaman iyileşeceksin" diye bağırdı ki annem bunu ölene kadar unutmayacak hem hiçbir şey yapmıyor, bütün doktorları ben buluyorum. Bir de üstüne "bu adam bizi inek gibi sağacak" deyip kızıyor. Neyse sonra sakinleşti. Vazgeçti inek olduğu düşüncesinden. Bir insanın kim olduğu zor zamanlarda belli olur demiştim. Her şey yolundayken herkes iyidir. Önemli olan zor zamanlarda iyi olmaktır. Sen böyle olma. Zaten de öyle değilsin.

Gücüm Bitti Doğru Hastaneye

Hava durumundan kötü haber geldi. Bir haftalık aşırı sıcak bir dönem başlayacakmış. Zaten zor dayanıyordum, bu dalga iyice vurdu beni öyle ki son birkaç günde sabrım tükendi. Öyle bir hale geldim ki kollarımı kımıldatacak enerjim kalmadı. Bir sabah yattığım yerde sıcaktan yüzümü kollarımı ıslatacağım ama kollarımı kımıldatacak gücüm yok. Babam ıslattı yüzümü, kollarımı. Babam bu halimi görünce her zaman gittiğimiz hastahaneye götürdü beni. Tahliller yapıldı, idrarımda aseton çıkmış. Yeterli beslenememe durumunda ortaya çıkan bir durummuş. Hücreler yeterince glikoz alamazsa vücut yağ yakmaya başlarmış. Bu da idrarda aseton görülmesine neden olurmuş. Şaşırmadım. dekstroz denen şekerli serum bağladılar. Peşine normal serum. Bunlar olurken doktor yemek de yememi istedi. Bir tost yedim yanında meyve suyu içtim. Kendime geldim.

Hazır hastahanedeyken günlerdir yapamadığım tuvaletimi de yapayım istiyorum. İlaçlar, doktor müdahalesi derken yapamadan eve geldik. Bahçede arabadan sandalyeye alırken dayım tutu bacaklarımdan. Fıtığı var “Bir şey olmasın beline” dedim “Güvercin kadar kalmışsın ne olacak belime” dedi. Yaz sonu gelmiş, yazlıklarına gidenler geri gelmiş.

Tabi akşam hastanede tuvalet için verilen ilaçların etkisi devam etti. Karnım rahatsız fakat yapamıyorum. Hemşiremizi çağırdık. Nazile teyze bilindik yöntemlere ilave olarak klozete oturtmayı tavsiye etti ve başarılı olduk. Buradan bir sonuç çıkarttık ve tuvalet sandalyesi almaya karar verdik. Öyle zannediyorum ki bunlar hep O’nun yol göstermesi yoksa biz hiçbir zaman etkili olduğunu görmeden tuvalet sandalyesi almayı düşünmezdik, hele de babam gibi biriyle yaşıyorsan.

Sonbaharla Gelen Yeni Sürprizler

Bu arada Ağustosu ayı ile beraber sıcaklık nispeten azaldı, rüzgarlar başladı. Bir miktar rahatladık. Ama geçmedi haziran temmuz, uzadıkça uzadı. Ben de yeni bir hal gelişti. Dururduk yere birden güçüm bitiyor. Zaten sınırda yaşıyorum, bir de bu şey çıktı. Son baharla birlikte annem iyileşmeye başladı, ben de düzeldiğimi zannediyordum ama meğerse gizli şeker diye bir şey gelişiyormuş. Ve diğer bir şey,  kuyruk sokumumda bir adet yatak yarası. Bir seneden fazla sürdü iyileşmesi.

Şekerim düşüyor durduk yere. Zamanı da belli olmuyor. Bazen kahvaltıdan hemen sonra bazen gece ikide. Düştüğü zaman müthiş bir yemek yeme isteği oluyor. Ne olursa olsun bir şey yemem lazım. Şeker yeme isteği olduğu için genelde bisküvi veya çikolata yiyordum. Halbuki çok yanlış yaparmışım. Bisküviyi yiyince şekerim aniden çıkıyor, kısa bir süre sonra aniden düşüyordu. Şekerdeki bu zig zag bütün vücudu etkiliyormuş. Gözleri, böbrekler, kılcal damarları vb. Önemli olan şekeri belli bir seviyede tutabilmek, zig zag yaptırmamakmış.

Akşam yemeğini yedikten sonra genelde pek bir şey yemezdim. Sabaha kalkınca akşama kadar da pek bir şey yiyemezdim. Uzun süre bir şey yemediğim için şekerim düşüyormuş. Kalktığımda o kadar bitkin ve nefes nefese olurdum ki, bu halde bir şey yemem zaten mümkün olmazdı. Tıpkı sedimantasyonun yüksek olduğu enfeksiyon dönemlerindeki gibi. Düzelsin diye bekle, bekledikçe yemek yeme, tekrar bir yememe süreci. Bütün bir yaz yemek yemeyince, midem sanki delinecek gibi oldu. Aklımda da hemoroit vardı zaten, bu sefer kendim için açtım Cerrahpaşa'nın web sayfasını, dahiliye polikliniğini aradım ama hemoroit için Cerrahi polikliniğinden randevu almam gerekiyormuş, gidince öğrendim.

Gereksiz Test Şeker Ölçümü

Dahiliyede şeker yüklemesi yapmamızı istediler, böylece şekerimin düşüp çıkması saat saat görülecek. Beş saatlik olsun dedi doktor. Ne kadar gereksiz bir test olduğunu sonradan öğrendim. Kendine şeker yüklemesi yaptırma. Onun yerine karbonhidratı bol, şekerli çaylı bir kahvaltı yap, iki saat sonra parmaktan şeker ölçen aletle şekerini ölç. 140’ın altındaysa sorun yok. Yemekten iki saat sonra hala 140’ın üstünde çıkması şeker hastalığı alametidir. Beslenmene dikkat et. Karbonhidrat ve şekeri bırak. Şeker yüklemesinin hamilelerin hiçbir zaman yaptırmaması gerektiğini söyleyenler var. Nedeni, annenin test için aldığı glikoz doğrudan bebeğe geçiyor diyorlar. Annenin pankreası insülin salgılıyor ama bu insülin bebeğe geçmiyor yani bebek anne karnında zehirleniyormuş. Ayrıca testin sonucu ne çıkarsa çıksın "şeker ve karbonhidratı mümkün olduğunca tüketmeyin" diyorlar. Bunu test olmadan da yapabilirsin. Şekerin varsa zaten yemekten sonra 200, 300 gibi bir değer görürsün. O zaman insülin iğneleri var, onları kullanıyorlar. Şeker hastası olsan da olmasan da şeker yüklemesinin anlamı yoktur. Beyaz ekmekten yapılmış iki tost ye şekerli çay iç, iki saat sonra şekerini ölç şeker düzeyini anlarsın. Sonrasında ona göre beslenirsin.

Bayılınacak Yer Nerede?

Bir kaç gün sonra Cerrahpaşa’a bu testi yaptırmaya gittik. Kan sonuçlarının alındığı yerde, küçük bir odada bir görevli limonata gibi glikoz şurubu hazırladı. Gözünün önünde içtim, 75 mg glikoz. Beş saat orada, o kargaşada bekleyeceğiz, Saat başı kan alacak, şekerimi ölçecek. Ben “ilerideki salona geçelim” dedim, annem “bu odaya yakın duralım” dedi. Neden deyince de “belki bir şey olursa yakın olalım” dedi. “Yahu ne olacak anne" dedim ve gittik ilerideki salona. Kırk beş dakika sonra her zamanki gibi annem haklı çıktı. Vücudumda milyon tane karınca gezinmeye başladı. Başım ağrıyor, midem bulanıyor. Küçük odaya geri döndük. Görevli şekerimi ölçtü, 180'e çıkmış ama testi bırakmamamı söylüyor. Fakat mide bulantısı, karıncalar falan derken biz başka binada olan acile gittik. Halimi soracağız, ne oldu bana? İlk defa başımıza geldiği için ne olduğunu bilmiyoruz. Halbuki o kadar glikoz alınca normal şeymiş bunlar. Az önce içtiğim şekerle vücuduma zehir aldım. 75 mg glikozun aniden kana karışması insanı zehirliyor. Bu yüzden şeker yüklemesi saçmalıktır.  Aklıma geldi kolanın ne kadar şeker içerdiğini biliyorsun. Kola içince neden midemiz bulanmıyor o zaman? Çünkü kolada insanlar içince kusmasın diye fosforik asit var. Fosforik asit mide bulantısını önlüyor. Kola da zehir anlayacağın. Neyse her şeye rağmen dört saati tamamladım ama bu sefer aniden şekerim düşmeye başladı. Koştuk tekrar küçük odaya, görevli ölçtü şekerimi. Aklımda yanlış kalmadıysa altmış küsur bir şey çıktı. Bayılmak üzereyim fakat bayılacak yer yok. Bir tane sedye medye hiçbir şey yok. Burası hasta servisi, poliklinik olmadığı için bayılacak yer de yok. Oturduğumuz salonun ilerisinde bir kayıt yeri varmış orada sedye varmış, orada bayılabilirmişim. Böyle dediler. Oraya koştuk, neyse yatırdılar sedyeye. Annemin sabah hazırladığı sandviçi yedim ama nasıl yemek. Hayvani bir istek. Çiğnemeden yutmak diye bir tabir var ya, öyleyim. Ne kadar çok yersem vücut o zaman kendini topluyor. Daha önce de evde çok olduğu için ne yapacağımızı biliyorum. Sandviçin üstüne bir tane de çikolata yedim. Tamam, kendime geliyorum. Hazırlandık, eve doğru yola koyulduk.

Zig Zaglar İç İçe Dönen Halkalar

Arabadayız, önde oturuyorum, migrenim tuttu. Şekerin migreni tetiklediğini duymuştum, o gün bizzat şahit oldum. 75 mg glikoz artı çikolata. Gözümde zig zaglar, içe dönen yuvarlaklar, birbirinin içinden çıkan halkalar. Gözlerimi açamıyorum. Allah'ım gözlerimde ışıklı tiyatro var ama çemberlerden ve zig zaglardan oluşuyor. Gözlerim sımsıkı kapalı. Yirmi dakika sürüyor. Sonrası baş ve göz ağrısı. Buna auralı migren deniyor. Migren başlamadan beyinde göze giden damarlarda kan akışı kesiliyor ya da çok azalıyor, o yüzden görme sorunu oluşuyor. Buna aura diyorlarmış. Öncü demek. Migrenin geleceğini haber veriyor. Benimki nispeten diğer insanlara göre hafif geçiyor. Günlerce karanlık odaya kapanan insanlar var. İnternette Görseller'de arama yaparsan bunun çizimlerini, ışıklı zig zaglar nasıl oluyor görebilirsin.

Şeker testinin sonucunda Cerrahpaşa’nın diyet bölümünden 1800 kalorilik bir liste verdiler. Şeker ve karbonhidratı kısıtlamışlar, öğün atlamadan fazla kalori almamamı tavsiye ettiler. Ben zaten hasta olduğum için yıllardır günde ancak 1000 kalorilik yemek yiyordum. 1800 kalori bana fazla bile. Nereden bakarsan bak şeker ölçümü gereksiz bir test. Baştan böyle bir sonuç çıkacağı beliydi. Durduk yere şekerim düşüyor. Şekerle ilgili bir problem olduğu belli. Yapılacak şey de belli; karbonhidrat ve şekeri kısıtlamak. Neyse verdikleri listeye tam uyamasam da şeker ve karbonhidratı kısıtladım, öğün atlamadığım sürece şeker düşmesi yaşamadım. Dikkat etmezsem şekerim düşüyor ama. Hatta uzun süre yemek yemez, sonrasında karbonhidrat ve şeker yersem ve gece öyle yatarsam sabaha karşı şekerim düşmüş halde uyanıyorum. Bu çok tehlikeli bir şey. Uyanmazsam ölürüm. Nasıl oluyorsa uyanıyorum. Hemen şekerli bir şeyler yiyorum. Hatta başka şeyler de yiyorum ki kalkana kadar bir daha aynısı olmasın. İnsan sağlığı ne kadar kıymetli.

Biri Biter Diğeri Başlar Derler

Kış başlayıp sıcaklar bitince, şeker sorununu kontrol altına alınca, annemin de ilaçları etki etmeye başlayınca nispeten normal bir hayata başladık. Bu sefer de yatak yarası ortaya çıktı. Başta kendi kendimize uğraştık. Babamın eczanede sorup soruşturduğu ilaçlarla tedavi etmeye çalıştık. Küçüktü, üstünde bir kabuk vardı, dursun mu durmasın mı tartışırdık. Benim bildiğim yara kabuğun altında iyileşir ama öyle değilmiş. Kabuk tutturmamak lazımmış. Bir de üstüne yatıyorum sürekli, yatmamak lazımmış. Yattıkça yaranın etrafındaki dokular kalınlaşıp yarayı kapatamayan bir hale çeviriyormuş. Bildiğim tek yöntem olan Cerrahpaşa'nın web sayfasından dermatolojinin telefonunu buldum, aradım, sekreter "kimden randevu istiyorsun" dedi. 'Bilmem sen söyle dedim' bölüm başkanından randevu verdi, Yalçın hoca. Günü gelince gittik hastaneye. Sedyeye uzandım, doktor sadece biraz eğildi baktı “Yatak yarası” bu dedi. Nasıl bir bakışta anlayabiliyorlar hayret doğrusu. Diyeceklerini dedi ilaçları verdi ilave etti ki “Üstüne yatma, havalı yatak alın”. Almadık tabi. İki ay sonra kontrole gittik, yine biraz eğildi baktı “Büyümüş bu” dedi. Hadi ötekini anladım, tamam işi bu, bakar bakmaz söyledi ne olduğunu. Bunu nasıl bir bakışta anladı, “büyümüş bu” dedi? İki ay önce on saniye baktı, iki ay sonra büyümüş bu dedi. Nasıl bir hafıza, resmini mi çekti ne yaptı anlamadım. Kızdı tabi. Neyse bu sefer aldım havalı yatağı, kondum üstüne fakat çok gürültülü, uyumanın mümkünatı yok, ben ki karga sesinden uyanıyorum. Babam Karaköy’den uzun ince hortumlar aldı. Makinasını kapının dışına çıkardık. Pek rahat bir şey değildi. Altımda beş dakikada bir kısmı inen bir kısmı şişen bir yatak. Üstelik bazı yerlerimi de acıtıyor. Sonradan bu tip havalı yatakların pek etkili olmadığını öğrendim. Boru tipi havalı yataklar daha etkiliymiş. Sonra da onların pek etkili olmadığını öğrendim. Bambaşka bir sistem yatak geliştirmişler. Fiyatı 3000 Tl. (Çok sonra bu yatağı aldık, fiyatı 4.500 Tl idi.)

Bir de hastanedeki pansumancıyla anlaştık. Haftada üç gün gelip pansuman yaptı. Kesici aletleri var. Sertleşen dokuyu kesici aletiyle biraz kazıyor, üstüne eritici ilaç koyuyor, yarayı kapatıyor. Böyle böyle iyileşecek.

Biga’ya gideceğimiz zaman babam onunkine benzer bir bıçak almıştı. Artık annem yapıyordu pansumanı. Tabi ben yine havalı yatağın üstündeyim. O yatağın da derdi neyse, seksen defa patladı. Babam ultra mega süper bir yapıştırıcı almıştı. Patlakları öyle tamir etmiştik. O patladı babam yapıştırdı, o patladı babam yapıştırdı, biz kazandık.

Yaranın kapanması bir sene civarı sürdü. O yaz böyle geçti. Ama geçti sonuçta. Ne kadar zorlansak da geçti. Annem de toparladı. Dört ay sonra normal yaşantısına geri dönmeye başladı. Bir tek “ya tekrar başım dönerse” korkusu kaldı. Sanırım bunu hayatı boyunca duyacak. Ben yaşadığımız bu olayların “imtihan” olduğunu biliyorum. Bunları Allah'a inandığını söyleyen herkes yaşayacak. Herkesin imtihanı aynı mıdır, nasıl olur bilemem ama bildiğim bir şey varsa, başına bir şey geldiğinde yalnız kalacaksın. En yakınların bile yanında olmayacak. Olaylar hep üst üste gelecek. Biri bitmeden diğeri başlayacak ve çok bunalacaksın. İmtihan bir kere başladı mı bitmiyor. Ben bunu çok sonra anladım. Bir tane imtihan olacağız zannediyordum. Değilmiş. Her sene yeni bir imtihan başlıyor. Tek bir çaren var, SABIR ve DUA. O zaman Allah seninle olacak.

alexander jansson illustrasyon


Dünyadan, memleketinden, insandan

umudum kesik değil diye

İpe çekilmeyip de

Atılırsan içeriye,

Yatarsan on yıl, on beş yıl

Daha da yatacağından başka,

‘Sallansaydım ipin ucunda

Bir bayrak gibi keşke’

Demiyeceksin,

Yaşamakta ayak direyeceksin.

Belki bahtiyarlık değildir artık,

Boynunun borcudur fakat,

Düşmana inat

Bir gün fazla yaşamak.


İçerde bir tarafınla yapayalnız kalabilirsin,

Kuyunun dibindeki taş gibi.

Fakat öbür tarafın

Dünyanın kalabalığına

Öylesine karışmalı ki,

Sen ürpermelisin içerde,

Dışarda kırk günlük yerde yaprak kımıldasa.

İçerde mektup beklemek,

Yanık türküler söylemek bir de,

Bir de gözünü tavana dikip sabahlamak

Tatlıdır ama tehlikelidir.


Tıraştan tıraşa yüzüne bak,

Unut yaşını

Koru kendini bitten,

Bir de bahar akşamlarından;

Bir de ekmeği

Son lokmasına dek yemeği,

Bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman.

Bir de kim bilir,

Sevdiğin kadın sevmez olur,

Ufak bir iş deme,

Yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir,

İçerdeki adama.

İçerde gülü, bahçeyi düşünmek fena,

Dağları, deryaları düşünmek iyi.

Durup dinlenmeden yazmayı,

Bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana,

Bir de ayna dökmeyi.

Yani içerde on yıl, on beş yıl,

Daha da fazla hatta

Geçirilmez değil,

Geçirilir,

Kararmasın yeter ki

Sol memenin altındaki cevahir!

Nazım Hikmet