3 Ekim 2013
İstanbul'dayız, dün geldik ve ben çok üzgünüm. Bunu yazdığımda ne kadar anlayacaksın beni bilemiyorum. Belki de sen de diğer insanlar gibi “Amaaaan sen de ya” diyeceksin ama sen demezsin, biliyorum. Sen de vicdanlısın, annem gibisin.
Sarı- beyaz kedi var ya Biga’da, nasıl yapıyorsa kışı atlatıyor ve her sene bizim yanımıza geliyor, genelde yeni doğurmuş oluyor, yavruları üç aylık olunca bir kaçını bize bırakıyor gidiyor, biz de gelene kadar besliyoruz, gelirken Allah’a emanet edip geliyoruz. Sitede yeni doğan yavruların hiç biri kışı çıkartamıyor çünkü sitede hemen hemen kimse kalmıyor, kalanlar koca bir kedi-köpek sürüsüne makarna, hazır çorba vb yemekler veriyormuş ama yavrular hiçbir şey bilmediği için kışı çıkartamıyor.
Bu sene de iki yavru getirdi bize. Birinin adını Ürkek diğerini Meraklı koyduk. İkisi de ismi gibi olduğu için bu isimleri koyduk. Meraklı bizim bahçede, verandada kaldı, ürkek gündüzleri başka yerde gece olunca bize geldi. Akşam olduğunda biz içeride otururken onlar resimdeki gibi kapıdan bize bakıyordu.
Bu kediler insan görmeden büyüdüğü için çok yabani oluyor ama annem her sene kedilerle konuşa konuşa onları sevmeyi başarıyor. Bu sene çok başarılıydı. Meraklı ev kedisi gibi oldu. Babam dışarıda koltukta gazete okurken babamın yanına çıkıp orada yatıyordu. Annemin elinde severken toz bezi gibiydi. İstediğin gibi çevir sürükle hiçbir şey demiyordu. Eşek kadar oldu. Yemek yerken masanın altında duruyordu. Şuna baksana.
Video açılmazsa hemen alttaki linke tıkla.
Aslıda çoğu insan bahçesine gelen kediyi köpeği besliyor ama yaz sonuna doğru insanlar döndükçe hayvancıklar yiyecek bulmakta zorlanmaya başladı. Bizim evin önünden geçen kedilerin sayısı arttı. Yiyecek arıyorlar. Bir gri yavru geldi bize. üç tane oldular. Bu vicdan meselesi. Biz yemek yiyip karnımızı doyuruyoruz, kapıdan bize bakan kediler var, ne yaparsın? Vicdanın yoksa ne yapacağın belli.
Çok uzatmayayım annemin elinde toz bezi olan, gazete okurken babamın yanında yatan meraklıyı orada bıraktık. Annem dönerken arabada çok ağladı. Şu an annem de çok üzgün. Getirelim dedim aslında bakamazsak barınaklara bırakabiliriz dedim, hiç değilse günde bir öğün yemek yer diye. Annem de çok istiyordu ama bazı engeller var. Birincisi annemin kedi tüyüne karşı alerjisi var gibi. Pek alerji denmez herhalde, bilemiyorum, eve alınca boğazında tüy varmış gibi hissediyor. Yaz başında bir yavru kediyi birkaç günlüğüne eve almıştık, boğazında hep tüy varmış gibi hissetti. Bu kedi de öyle. İkincisi annemin evde ki işi çok, kedinin getireceği ilave iş anneme çok gelebilir ve annem çok yorulursa hasta olabilir. Bizim evi çeviren annem, annem hasta olursa bizim ev kapanır. Ama öte yandan evde bir kedinin varlığı herkesi adeta hayata bağlıyor, mutluluk veriyor. Bu kadar tezadın bir adada olduğu durum çok azdır. Kedi anneme moral olarak çok iyi geliyor ama o çok iyi gelen kedi annemde aşırı yüklenmeye sebep oluyor. Bir de üçüncüsü var, annem bizim evden biri hastalanırsa kediye nasıl bakarız diyor ki bu annem olursa bırak kediyi bana kim bakar. Sonuçta kediyi alamıyoruz.
Şimdi çok üzgünüm çünkü biz İstanbul’dayız, yukarıdaki resimdeki gibi kediler dün akşam bizim eve geldiler, karınları açtı ama yiyecek bir şey bulamadılar. Geceyi aç geçirdiler. Bu gün onlara kim yemek verecek? Kimse kalmadı ki, hemen hemen herkes döndü. Bu akşam ne yapacaklar ya yarın? Bir de şunu düşün bütün bir yaz kendisini seven insanlar bıraktı geldi onu. Hayvanların depresyona girdiğini duymuş muydun? Köpeklerin sahiplerine küstüğünü, birçok insandan daha duygusal hayvanlar var. Küsüp arkasını dönüp içeri giden köpeği düşünsene. Bir komşumuz var Bahar abla, onlarda yaz boyu kedilere bakıyor, onlarında sevdiği bir kedi var, bu kedi bir ara bunlara küstü, çatıya çıktı kaç gün aşağıya inmedi iyi mi? Sebep Bahar abla başka kediyi sevdi diye. İki gün aşağıya insin diye göstermedikleri yiyecek kalmamış. Her ne gösterseler kedi arkasını dönüyormuş.
Bu kadar etkileneceğimi düşünmemiştim. Canım çok sıkkın, annem soruyor neyin var diye, kediye üzüldüm diyemiyorum, dersem çünkü annem yeniden ağlamaya başlayacak. Biliyorum o da kendini avutmaya çalışıyor. Benim de böyle olduğumu duyarsa kendini toplayamaz.
Gelmeden Nesrin ablayı gördüm, onun da bahçesine bir hamile köpek gelmiş, o da onu bırakamıyordu. Ben gitmeden doğursa da öyle gitsem diyordu. Hatta birine emanet edecekti, İstanbul'dan para göndereceğim baksın bu köpeğe diyordu. Bir şey anlattı, geçen sene bu hayvancıklar o kadar aç kalmış ki birbirlerini yemeye başlamışlar. Bir adamcağız toplamış bunları köye götürmüş, orada evler insanlar var, bir şeyler yiyebilirler diye. Bunlara hayvan diye bakmamak lazım, bunlar birer can ve biz bizim canı ölüme terk ettik geldik. Kızgınım, şartların uygun olamamasına kızgınım ve kendimi bir daha nasıl iyi hissedeceğimi bilemiyorum. Bunu unutabileceğimi zannetmiyorum. Belgesel kanallarında birçok ev hayvanı belgeseli izlerdik. Bir daha bunları da izleyebileceğimi zannetmiyorum. Bir daha hiçbir kediyi beslemelerine ve bize alışmalarına izin vermeyeceğim.
Buna üzüldüğüm kadar insanlara da üzülüyorum. İnsanlarla hayvanlar arasında benim için hiçbir fark yok, hepimiz Allah’ın yarattığı canız. Unutma bütün canlılar Allah’ı tespih ediyor.
İsra
Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım
44. Yedi gök, yerküre ve bunların içindekiler O'nu tespih ederler. Hiçbir şey yoktur ki, O'nu överek tespih etmesin; fakat siz onların tespihlerini fark edemezsiniz. O Halîm'dir, Gafûr'dur.
İnsanlarla hayvanlar arasında benim için bir fark yok. Bu günlükte yazdığım ameliyattan sonraydı. Ben artık yemek yiyebilir hale gelmiştim. Bir doktordan çıkmıştık ama kimin için gittiğimizi hatırlamıyorum belki annem için belki benim için gitmişizdir. Kaldırımda masaları olan bir yerde oturmuş bir şeyler yiyorduk, bir çocuk bizim masaya yaklaştı, babama “Para istemiyorum yiyecek bir şey alır mısın “ dedi, babam "hayır" dedi. Hayır cevabını alan çocuk koşarak gitti. Bir anda oldu. O kadar hızlı ki bir şey demeye fırsat kalmadı. Günlerce aklımdan çıkaramadım. Hala unutmuş değilim. Sen babamı tanımıyorsun. Baban Kur'an'ın "sakın onlardan olmayın" dediği dünyadaki en cimri en yardım sevmeyen insanlardan. Orta okuldaydım. Akrabalar apartmanda giymediği eşyaları ihtiyacı olanlara vermek istedi. Annem de bir şeyler hazırladı. Annem babamın da 39 yıldır giymediği ceketleri vereceğini söyledi. Babam önce "tamam" demiş sonra bir sesler duydum, gittim baktım ne oluyor diye. Babam kızmış, "ceketlerimi geri ver" diyor. Hiç unutmuyorum şöyle dedi; "Üniversite mezunu, eczacı Doğan Bey'in ceketini köylü Mehmet efendi giyecek, vermiyorum." Babama neden "üniversite mezunu eczacı Doğan bey" dediğimi görmüş oldun. Bu nasıl bir kibir arkadaş? Eski ceketini bile beğenmediği insanlara vermek istemiyor. Yahu sen mi seçtin doğduğun bölgeyi, aileyi, zekayı, cinsiyetini. Kime neyin tafrasını yapıyorsun? Aklıma geldi; Barış Manço’nun Ahmet Bey’in Ceketi adında bir şarkısı vardı. Sözlerini araştırsana. Kim bey görmüş olursun.
Babam bazen bize de böyle davranıyor. Bir kere bir şey konuşuyorduk, "sizin zekanız bunu anlamaya yetmez" dedi. Biga'da bu yüzden hiç arkadaşı yok. Kendisini herkesten üstün görüyor, "ne gidip onlarla konuşacağım" diyor. Bizim site yüz ölçüm olarak Türkiye'nin en büyük sitesi. Burada arkadaş bulamazsan başka yerde bulamazsın. İnsanlara "ben üniversite mezunu eczacı Doğan Bey'im, sen sefil, cahil adamsın/köylüsün" diye baktığı için bütün yaz evde oturuyor, bulmaca çözüyor. Aslında amcam gibi hasta olacakmış ama direkten dönmüş.
Bazen bütün akrabalar bizde toplanıyoruz. Sen de oluyorsun. Dikkatini çekmiştir babam pek konuşmaz çünkü oradaki herkes düşük zekalı embesildir, kendi fikirlerini anlayacak zeka düzeyinde kimse yoktur. Babam o yüzden susar. Babamla neden konuşmadığımı, sohbetimizin olmadığını buralardan anlayabilirsin. Bunun gibi onlarca konu var. Kendi dünyasında yaşayan tuhaf bir insan. Yardım konularında "yanıma gelen dilencinin gerçekten paraya ihtiyacı olduğunu nereden bileceğim diyor?" Ya onu kandırıyorsa? Ya babam göz yaşları içinde vedalaştığı 1 lirasını verir de aslında adam yalan söylediyse, aman Allah'ım dünyanın sonu. "Dostlaaaaar bu dilenci kılığına girmiş milyoner beni kandırdı, 1 Lira verdim, yardım edin. Poliiiiiiiiiiiis." Polis gelmiş düşün şimdi. "Memur beyler bu ilkokul mezunu bile olmayan sefil dolandırıcıyı hapse atın. 1 Liramı alın. Ben o 1 lirayı en yüksek faiz veren bankaya yatıracağım. Ayrıca bu dilenci kılıklı milyonere 20.000 Tllik tazminat davası açacağım. Bu arada ucuz avukat tanıyor musunuz? 50 Tl vereyim benim davamı açsın." Polis: "dayı sen nerede yaşıyon, 50 Tlye avukat mı olur?" Babam: "rica ederim dayı değil. Ben üniversite mezunu eczacı Doğan Bey'im." Babamın gözü önünde biri dese ki "bir yudum su içmem lazım yoksa öleceğim" babam acaba gerçekten ölecek mi diye izler. Ölünce de "napalım öldü, doğru söylüyormuş" der yürür gider. Sen tam tersi ol. Mesela kışın bir AVM'ye gittiğimizde, bazen açık otoparkta görevli insanlar görüyorum. Bütün gün buz gibi havada açık otoparkta nöbet tutuyorlar. Sen böyle birini gördün mü AVM'den dışarı çıkarken çay, kahve, poğaça, kek vs al, soğukta ekmek parası için bekleyen bu insanlara ikram et. Bir dilenci gördün mü çevreden yiyecek bir şeyler al ver, para da ver. O geceyi tok geçireceğini bilmiş olursun. Dilenci veya yardım isteyen birileri senden para isterse, eğer mazeretlerine inanırsan daha çok para ver inanmazsan daha az para ver, yeter ki ver.
Bir akşam sizin evden dönüyorduk, saat geç, hava yağmurlu soğuk, trafik var, bir amca kâğıt helva satıyor. Yağmur altında ıslanmış ve elleri titriyordu. Kimsenin umurunda değil herkes yanından geçip gidiyordu. Buradan çıkan sonuç şudur; o akşam o adamın yanından müslüman veya yardım sever hiç kimse geçmedi demektir. Elinde var yirmi tane kâğıt helva, tanesi elli kuruş mu bir lira mı ne, böyle bir insanı görünce canının isteyip istememesine, ihtiyacına bakmadan al üç, beş tane ve fazla para para ver, neyin eksilir? Adamın hali ortada. Bunu da günlerce unutamadım. Dışarı çıkınca böyle şeyler görüyorum, çok canım sıkılıyor. Şimdi bir de bu kedileri bırakmak zorunda kaldık.
Bu hayat bana ağır geliyor. Bazı şeyleri görünce dayanamıyorum. Aha bak şimdi hatırladım, ilk okuldaydım, üçüncü sınıf olabilir, teneffüste bakkala gitmiştik. Bir çocuk ekmek ve zeytin almış dönüyordu, yolda düşmüş, elindekiler dağılmış, ağlıyordu ve toplamaya çalışıyordu. “Onlar artık yenmez” diyenlere, “Yıkanınca yenir” demişti. On yaşındaydım, unutmamışım, otuz altı yaşındayım, sence bu kediyi ve diğer anlattığım çocuğu, kâğıt helva satan amcayı ve yazmadıklarımı unutabilir miyim?
Bu sabah kalkınca Esma-ül Hüsna kitabından el-mukit ismini okudum. El-mukit her canlının azığını, gıdasını veren demek. Gelmeden bir gece önce bu isimle dua ettim. “Sen mukitsin, her canlının gıdasını azığını verirsin, burada kalan kedilerin, köpeklerin, tüm canlıların yiyeceklerini ver Allah’ım”. Kitaptan bu ismi okumam belki de kendimi avutmak, bir destek bulmak içindi. İnsan elinden bir şey gelmeyince Allah’tan başka kime sığınabilir. Kim bilir belki de biri onu çok sevip evine alır.
Yarın ahirette bizden şikayetçi olur mu? Olursa zaten yanmışım ben, kestirdiğim ağaç ve bu kedicik benden hak talep ederse nasıl öderim. Nasıl helalleşiriz?
Kaç gündür ara verdim yazmıyorum. Bu yazmadığım dönemde bir şey dikkatimi çekti, birden bire anladım bunu. Kediyi orada bıraktığım için çok üzgünüm, bıraktığım için bu kadar üzüleceğimi tahmin etmiyordum, bir pişmanlık yaşıyordum, keşke bırakmasaydım diyordum, birden annemin beni kaza geçirdiğim sene Biga’da bıraktığında neler hissetmiş olabileceğini anladım. Annem Biga’dan beraber dönelim diye çok dil dökmüştü, ben dinlemedim kaldım ve bu kaza oldu. Annemin beni orada bıraktığındaki pişmanlığını anlar gibi oldum. Bu kedinin bende yaptığı etkinin kat kat katı annemde olmuş olmalı. Kendisini hiçbir zaman affetmemiş de olmalı hatta babama orada kalmama ses çıkartmadığı için çok kızmış olmalı. Bu duyguyu yaşarken kediye olan üzüntüm zamanla azaldı. Sanki annemi anlamam için yaşanmış bir olay gibi. Şimdi içimde bir boşluk var ama nedenini bilemiyorum.
Annemi biraz da olsa anlamışken düşündüm de ölüm karşısında nasıl davranacağız, neler hissedeceğiz. Ben annemden önce ölürsem annem ne yapacak? Şu an bizim aramızda bambaşka bir bağ var. Ben onu düşünüyorum o beni. Bu yazdığım günlüğü biliyor, ne zaman okuyacağız diyor ben de "ben öldükten sonra" diyorum. Geçen gün yine bu konu açıldı ben yine benden sonra dedim annem "sen ölürsen ben senin hiçbir eşyana dokunamam" dedi. Aynı şey benim içinde geçerli. Şimdi düşünüyorum bu ayrılık nasıl olacak? Daha sonra tekrar görüşebilecek miyiz? Sen tekrar eski günlerine geri dönüyor musun? Namaz kılıyor musun? Hayatın Sırrı sitesinde Kıyamet ve Yeniden Diriliş bölümünü okumadıysan oku. Zorlu bir süreç olduğu ortada. Bu süreçlerden nasıl geçeceğiz. Şu ayetlere bak, dünyada ayrılamadığın, ayrılmak istemediğin ailenden, ayrıldığın, kaybettiğin için üzüntüler yaşarken, hesap günü tam tersi olacak. Bunlar kafirler için.
Abese
Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım
33. Kulakları sağır eden o çığlık koptuğu gün;
34. Bazı kimselerin[*1] kardeşinden kaçacağı gündür[2*],
[*1] Buraya “bazı kimselerin” diye anlam vermemiz, 38. âyette: “Kimi yüzler de ışık saçar.” denmesidir. Demek ki o gün bütün yüzler aynı olmayacaktır.
[*2] O gün, Allah’tan çekinmiş olanlar dışında bütün dostlar birbirine düşman kesilirler. (Zuhruf 43/67),
35. Anasından, babasından,
36. eşinden ve çocuklarından da!
37. O gün o kişilerden her birinin işi başından aşacaktır.
O gün herkesin başından aşkın işi gücü endişesi olacak hatta bu dünyayı çok iyi değerlendirmiş, Allah rızası için yaşamış olanlar bile hesap gününün gelmiş olmasından dolayı endişeli olması çok muhtemeldir.
Cennete giren herkes cennete giren aile üyeleriyle beraber olacak. Peki ya cennete giremeyen aile üyeleri ne olacak? Bir anne cennete girse oğlunu kızını sorsa neredeler dese, deseler ki cehennemdeler, şimdi o anne bunu bilerek nasıl yaşayacak orada. birçok ayet var iman edip makbul ve güzel iş yapanlar üzülmeyecekler şeklinde, ayetler cennete girenin üzülmeyeceğini söylüyor.
Fussilet
Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım
30. Gerçekten Rabbimiz Allah’tır diyen,
sonra;
dosdoğru olan kişilerin üzerlerine/duygusal zekâlarına
melekler iner, onlara:
“Korkmayın, üzülmeyin, size söz verilen cennetle sevinin!
31. Biz dünya hayatında da ahirette de sizin dostlarınızız!
Orada nefislerinizin iştah duyduğu her nimet sizindir.
32. Bağışlayan, esirgeyenden bir ağırlama olarak!”
33. Allah’a çağıran; faydalı işi en iyi şekilde (dürüstçe) yapan
ve
’ben teslim olanlardanım’ diyen kimselerden,
daha güzel sözlü kim olabilir?
Peki cennete girip sevdiklerinin orada olmadığını öğrenen üzülmeyecek mi? Yunus suresinde Allah’ın dostlarına üzüntü yoktur diyor.
Yunus
Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım
62 - İyi bilesiniz ki Allah’ın velîlerine korku yoktur, onlar üzüntüye de uğramazlar.
Belki bunları çok düşünmemek lazım. Bir şey diyeyim, bunu defalarca dile getirmişimdir. Eğer annem ve seninle cennette beraber olamayacaksak, Allah bir fırsat, imkan verse, ben ailemle beraber toprak olmayı seçerim. Hiç birinize söz hakkı vermem. Bunun ne demek olduğunu anlayamadığı biliyorum ama bir gün anlamanı çok isterim. Yaratılmamış olmayı istemek, sadece kendin için değil tüm sevdiklerin için. Keşke dünya olmasaydı, Allah cenneti ve cennetlik kullarını cennette yaratsaydı ve onlar orada hem yaşayıp hem Allah’a ibadet etselerdi. Bu dünyada birbirimizden ayrılacağımız zaman üzüntüler, zorluklar yaşayacağız ama doğru yaşarsak öbür taraf güzel olacak. Şu bir gerçek ki önce ben ayrılırsam bu dünyadan annem ve sen zorlanacaksınız, önce annem ayrılırsa ben ve sen zorlanacağız, annem babam ve ben ayrılınca da herhalde sen kendini çok yalnız hissedersin. Bir kedinin bende ve annemde bu kadar etki yaptığını düşünürsek, bizi zor günlerin beklediğini anlayabiliriz.
Bu yaz diğer yazlardan farklı, akşamları Betül’le dışarı marketin oraya çıktık Çay, kahve, soda içtik, sohbet ettik. Ayrıca bazen gündüz bazen akşamları Betül’lere çaya gittim, tarçınlı çay yapıyorlar, güzel oluyor. Bir akşam gittiğimde yazdığım bu günlükten bahsettim. Konu nasıl açıldı bilmiyorum, bir şeyler yazıyorum dedim, ne yazıyorsun deyince, günlük gibi Zeynep’e yazmaya başladım ama yazdıkça arkadaşlarımla da paylaşmaya karar verdim dedim, "o zaman ben de isterim" dedi, "tamam" dedim. "madem okuyacaksın neden olmasın." Günlüğümü değil ama hayatinsirri.net'i Betül’e gösterdim, günlüğümle çok benzer dedim ama o da gördüğüm kadarıyla dünyayı tercih edenlerden, okumuyor, dinlemiyor.
Bu konuşmadan bir kaç gün sonra sen de Biga’ya geldin, bir akşam dolaşıyoruz, sana şakayla karışık "benden sonra ölmen lazım" demiştim, vasiyetim var çünkü, bu yazdıklarımı istediğim kişilere ulaştıracaksın. Uleeen bu konuşmanın gecesinde rüyamda ölmüşüm iyi mi? Beni bir sandalyeye oturtmuşlar. Hiç hareket edemiyorum ama her şeyi görüyorum duyuyorum. İnsanlar geliyor yanıma beni son kez göreceklermiş, hatta Tuna geliyor, yanımda duruyor tabi ben hiçbir şey diyemiyorum. Sonra bir oda da uyanıyorum yan yatıyorum, doktor var tepemde, elinde bıçak gibi bir şeyler var, böbreğimi alacakmış ama "bu aletle olmaz" diyor. İleriden masadan döner testere gibi bir şey alıyor, yanıma yaklaşıyor ama ben kımıldayamıyorum adam yaklaşıyor sesim çıkmıyor, geldi tepemde AAAAAAYYY uyandım, nefes nefeseyim. Nasıl rüya bu be? Ben çok korktu. Aslında bilinçaltı rüyası bu, çok ölümden konuştuk bir de ben organlarımı bağışlamak istiyorum, onun etkisiyle görülmüş bir rüya. Tırstım ama.
Sana bir sır vereyim mi? Ama yani bugünlükte çok sır verdim. Neyse bunu da söyleyeyim. Her sene kuzenleri Biga’da buluşturmaya çalışıyorum. Her sene başarılı olamıyorum ama bu sene başarılıydım. Olay şöyle oluyor, benle Betül oradayız zaten, Özgür’ün tatile çıkacağı zaman seni arıyorum "hafta sonu gelsene" diye, sana "Yeşinil’i de ara onu da al" diyorum. Sonra Yeşinil’i arıyorum "Zeynep hafta sonu buraya gelecek sen de gelsene" diyorum, "işim var, davalar çok" vs vs anlatıyor, aklına bir kurt düşürüyorum. Daha sonra İnci’yi arıyorum "Zeynep’le Yeşinil bu hafta sonu gelmeyi düşünüyor siz ne yapıyorsunuz" diyorum, artık onlar Adana’da mı Antalya'da mı neredeyse "biz gelemeyiz" diyorlar, bir telefon trafiği, Facebook’tan mesajlar derken o hafta sonu herkes Cumadan Biga'da oluyor :)) Bu sene anneannem anladı ama "sen buluşturdun bu çocukları" dedi. He he her sene sizi orada ben buluşturmaya çalışıyorum. Kendi kendinize buluşacağınız yok çünkü. Ben sadece araya giriyorum, telefon ediyorum denk getiren Allah’tır.
Aynı şeyi ahiret için yapıyorum. Bir sürü insanı birbirine bağladım. Sonra herkesi dualarımla ahirete bağladım. Dualarım kabul edilirse bağladığım insanlar ahirette bir arada olacak.
Bu yaz bir de Umut’la görüştüm. Umut cam kemik rahatsızlığı var, doğuştan. Yirmi dört yaşında boyu elli cm. Benim gibi sandalyeyle geziyor. Resimden de anlayacağın üzere beni çok seviyor. Umut on beş sene hiç kalkmadan, oturmadan yatmış, kemiklerinden dolayı oturamıyormuş. Daha sonra Cerrahpaşa’da doktorlar oturabileceğine karar vermişler, fizik tedaviyle oturacak pozisyona getirmişler. Kemikleri kolay kırıldığı için tehlikeli bir durum ama oturuyor işte. Maç hastası, nerede maç var izliyor. Her ülkenin liginde hangi takım kaçıncı, kimi aldı nasıl oynadı biliyor. İlk konuştuğumuz zamanlarda hangi ülkede hangi takımı tuttuğumu soruyordu sanki norma bir şey gibi mesela "Yunanistan'da hangi takımı tutuyorsun" diyor, "ben şunu tutuyorum, şunları transfer ettiler, şunları alacaklar" spor gazetesi gibi. Ben dedim "Fererbahçe'yi zar zor tutuyorum, onun dışında bazı takımları şampiyonlar liginden bilirim, o kadar." Umut bu kadar takım tutuyor hepsin takip ediyor, yıllar önce kim nerede oynamış, nereye transfer olmuş, ne zaman ikinci ligden çıkmış biliyor ama yolları bilemiyor. Bizim evi bulamıyor. İlginç bir şey. Marketin yolunu öğreteyim dedim bilemiyorum öğrenebildi mi? Yol zor değil L şeklinde yol, dümdüz git pembe evden dön, marketi görene kadar devam et, bu kadar ama onun için o kadar değil.
Annesi dindar bir kadın. Nihat Hatipoğlu hayranı. Umut'a namaz kılması için ara sıra bir şeyler söylemiş, Umut hiç oralı değil. Bizim bahçede otururken yine bu konu açıldı, namaz güzeldir, iyidir diye, annem "bak onur da kılıyor" dedi “Kanka sen de mi ya” dedi. Bu arada kanka diyor bana. Dedim "evet ben de kılıyorum" “Kanka bir kitap verdi bana okuyayım diye ne a’sı belli ne b’si, nasıl okuyacağım ben bunu” dedi, Arapça Kur'an'dan bahsediyor herhalde. Dedim sen Türkçesini oku boş ver Arapçasını ama yok hiç niyeti yok.
Ne ilginç bir durum, kafamın almadığı şey işte bu. Anne dindar, anneanne dindar, namaz kılıyorlar, oruç tutuyorlar, Kuran okuyorlar ama Umut onların bu yaşam tarzından hiç etkilenmemiş aksine tepki geliştirmiş. Umut’un dünyadaki hali ortada peki ahirette ne olacak? Anneden bir şeyler görüp almamış, annesi konuşup bir şeyler anlatmak istemiş de ama Umut istemiyor, nasıl olacak, Umut hangi yolun yolcusu?
Yıllar sonra bir de Sinan’ı gördüm bu sene. Teyzeme maydanoz almaya gidiyordum bir de baktım yolda Sinan duruyor. Evleri teyzemin arka sokağında. Akşam çaya gittim, konuştuk. Çok samimiydik bir zaman, yıllar sonra ne konuşacağız şimdi. En çok bunda zorlanıyorum, uzun süre görmediğim birini görünce ne konuşacağız? Evlenmiş, çocuğu var, saçı açılmış biraz, hala zayıf,” değişiyoruz işte yaşlanıyoruz” dedi “evet” dedim “insanlar yıllar sonra değişmiş olarak karşılaşıyor” dedim, “sen nasıl değiştin, değiştin mi” dedi, dedim “değiştim”, ailesinin dindar olduğunu bildiğim için, “meğer Allah sadece gökte değilmiş” dedim. ”Nasıl” dedi. Dedim “derler ya yukarıda Allah var diye”, dedi “eee”, “meğer her yerdeymiş” dedi “nasıl yani”,”her şeyi işitir, her şeyi duyarmış, hiçbir şey demesen de içinden geceni bilirmiş.” “Ooooooo” dedi, “sen değişmişsin.“
Kazanın olduğu sene Biga’da Sinan’la belki her gece bira içerdik. Hatta bir anımızı anlattım, benim ne kadar dinden habersiz olduğumu anlatmak için. Bir akşam ben “gidip içelim diyorum” o “bu gün Cuma akşamı içmesek” diyor, ben diyorum “ne alaka lan dün de perşembeydi, yine içtik, ne olacak ki” “içtik mi” diye sordu, dedim “içtik.” Şimdi o da namaz kılıyormuş hatta iş yerinde kılanlar da varmış. bir şirktin muhasebesindeymiş. Şirkette namaz kılmaya engel yokmuş, namaz kılacak yerleri varmış yani sorun yok onun açısından.
Sinan'ın bir kuzeni vardı, Burak, Almanya’da yaşıyorlardı. Ben lisedeyken bir kaç sene görüşmüştük. İlk tanıdığım sene serseri vari bir tipti. Daha sonraki senelerde değişmişti, çok efendi biri olmuştu. O sene ben Sinan, kuzeni Burak, bir kaç kişi daha takıldık, İstanbul'a döndüğümde arkadaşlarım konuşmamı tanıyamamıştı. Değişik bir jargonla dönmüşüm demek ki. İşte o Burak bir değişmiş, tebliğci olmuş. "Bir görsen" diyor "tanıyamazsın, sakal, kılık kıyafet tamamen değişti." Almanya’da şehir, köy, kasaba, dere, tepe, dağ, ova gidip islamı anlatıyorlarmış, tebliğci o demek. Nereden nereye? Bir zamanlar nasıldık şimdi nasıl olduk. Sen nasıl olacaksın?
Her sene buradan dönerken acaba seneye gelebilecek miyim diye düşünüyorum. Aklımda ölüm, acaba ne zaman, nerede ve nasıl. Bunu galiba daha önce de yazdım ben hiç cenneti düşünmedim. Merak da etmedim ama ilgili ayetleri çıkardım. İstersen buradan bakabilirsin. cenneti-anlatan-ayetler
Ama Allah’ı merak ediyorum. Cennet hayatını bazen özellikle gece kasılmalarım çok olduğu zamanlarda o da nadiren aklıma getiriyorum. Burada ne kadar sıkıntı olursa olsun orada insanların sıkıntısı olmayacak diye aklımdan geçiriyorum ama dediğim gibi nadir. Bazen kasılmalarım çok zorluyor. Özellikle Biga’da kasılmalarım çok artıyor. Gece uyutmuyor. Çok uykunun olduğunu düşün ama bir yandan da biri sürekli seni dürtsün, uyandırsın, onun gibi bir şey işte kasılma. Bütün bir yaz kasıldım, çok azdır rahat yattığım gece. Şikayet olarak söylemiyorum. İki ayağımda ve sağ dizimde kontrolüm dışında ritmik hareket. Bu kasılmalar ne kadar geç başalarsa o kadar iyi deyip geç yatıyorum. Çoğu zaman gece bir de yatıyoruz, biraz kasılmadan yatabilirsem birkaç saat de kasılsam sabaha yaklaşırız, yan dönüp dört saat de yan yatarsam öğlen olur, geceyi atlatırız. Böyle olunca annemler de az uyuyor, ben kasılınca annem babam da uyumuyor, çağırıyorum sürekli. Ayağımın, dizimin şeklini değiştirip, olmazsa yan dönüyorum, çok yan yatamıyorum en fazla dört saat, tekrar çağırıp düz dönüyorum. Yani geceler sıkıntılı sade bana değil.
Bazen sinirlerim bozluyor, o zamanlarda bunun haksızlık olduğunu düşünüyorum. Fiziksel halimin değil, uyuyamamanın bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Gece çünkü herkese eşit, çöktü mü herkesin uykusu geliyor, eğer uyuyamazsam hiçbir şey yapamıyorum. Bütün gün çok yorgun oluyorum, ne kitap okuyabiliyorum ne bilgisayar ne başka bir şey hatta namaz kılarken birle zorlanıyorum. Gece eşit olsa herkes, herkes uyusa. Bu kasılmaların bir anlamı vardır belki. Belki yaptığım bir şeye karşılıktır. Belki sabredenlerden olmak buradan geçiyordur.
Hayatımda yaşadığım bazı anlar var, bunları merak ediyorum, acaba Allah’tan bir yardım mıdır diye. Bir şey anlatayım. Biga'da bu yaz bir gece çok kasıldım, babamı çok çağırdım. Bir kasıldım şeklim bozuldu, çağırdım düzeltti. Bir çağırdım dizimi büktü biraz öyle yattım. Daha sonra çağırdım düzeltti. Olmadı, hala kasılmalarım devam etti, en son çağırdım yan yattım. Yan yatınca kaslarım gerildiği için rahatlıyorum biraz. Yan yattıktan kısa süre sonra ezan okundu, sabah oluyor, yorgunum, uykum var, bir an önce biraz uyumalıyım, elimi attım, tuğlam yok. Abdesti teyemmüm ile alıyorum. Onun için de topraktan yapılmış bir şeye ihtiyaç var. Tuğla, kiremit en uygunu ama akşamdan almamışım yanıma, annem unutmuş demek ki. Normalde saatimle tuğlam yastığımın yanında durur. Eee ne yapacağım şimdi. Babamı bir daha çağıramam, çok çağırdım çünkü. Dedim "Allah’ım babamı çok çağırdım bir daha çağırmaya yüzüm yok, abdestsiz kılacağım." Tam başlayacağım babam geldi, "efendim" dedi, dedim "çağırmadım" "bana öyle geldi herhalde" dedi. Dedim "baba gelmişken tuğlamı versene", verdi tuğlamı, gitti.
Bu olay anneme çok oluyor. Annem sık sık benim sesimi duyar gelir yanıma "efendim" der. Hatta bazen mutfaktan, salondan bağırır, "bir şey mi dedin" diye. Bu olay babama on beş yıl içinde belki üç defa olmuştur. Biri işte o sabahtı. Merak ettiğim şey babam niye veya nasıl geldi. Sesimi duymuş sanması tuğlamı unuttuğum bir daha çağıramam dediğim güne denk gelmiş olabilir mi? Değilse bu nedir? Allah’ın yardımı olduğunu düşünsem bir sakıncası olur mu?
Böyle sıkıntılı gecelerde nadiren cennette sıkıntı olmayacak diye geçiyor aklımdan. Hemen peşine de cennete girdin mi de sıkıntın bitiyor diyorum ama şunu biliyorum ki cennet ölümsüzlüğün başladığı gün.
Kaf
Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım
31 - Allah’tan çekinerek kendini korumuş olanlara uzak olmayan Cennet ise yaklaştırılır.
32 - Hep doğruya yönelen ve kendini koruyanlara verilen söz, işte budur.
33 - (Bu ödül) İçten içe Rahman’dan korkan ve O’na bağlı bir kalp ile gelenleredir.
34- Haydi, oraya esenlik ve güven (selamet) içinde girin. Bu, ölümsüzlüğün başladığı gündür.
35 - Orada beğendikleri her şey onlarındır; Yanımızda daha neler neler var.
"Bu, ölümsüzlüğün başladığı gündür" sözünü beraber duymamız için ne yapmalıyım? Beni sevmen, duyman için daha ne yapmalıyım? Seni gördüğüm ilk gün var ya, o gün henüz bitmedi. İçimi içimden duyan, o günü ahirete uzattı. 17 ağustos gecesi meyhaneye gittik, dönerken yolda zaman kırıldı. Başka bir boyuta geçtik. Şu an başka bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünyanın adı imtihan dünyası. Burada zaman ilerlemiyor. Her gün aynı gün. Bakma takvim yapraklarına. Değişen biziz; olgunlaşıyoruz. Kırılan zaman 18 Ağustos olarak ahirette kaldığı yerden devam edecek. Bunu anlatabilmek için ne yapmalıyım? Bildiğin bir yol varsa söyle. Benim elimden yazı yazmak ve sayfa sonlarına şarkı eklemek geliyor.
Sevdiğim konserler var. Mesela onlardan biri 92 San Diego Metallica konseri. Ama bu tür konserden sana şarkı çıkartamam hele mesaj hiç çıkmaz. O zaman başka bir konserden deneyelim 92 Dortmund Joe Cocker konseri. Tuhaf oldu değil mi? Metallica'dan joe cocker'a. Ama mesajlar böyle konserlerde ne yapayım. Sana bir sır daha vereyim; Joe Cocker'ın 1992 Dortmud konserini seviyorum. Evet Heavy Metal dinleyen biri için biraz sıra dışı bir durum ama zaten ben de sıra dışıyım. Hatta bundan çok daha sıra dışı bir şarkı eklemeyi düşünüyorum ama önce bu. Ben bildiklerimi yazdım daha fazla ne yapabileceğimi bilmiyorum.
Peş peşe iki şarkı var, ilkinde yarım bir ifade var orayı tercüme etmedim. İkincisinde de ilk cümledeki son ifade "to me" yi tercüme etmedim. Böyle iyi.
Joe Coocer'ın ilk şarkısı "beni sevmen için ne yapmalıyım" cümlesiyle başlıyor. Ne yapacağımı buldum. Sana büyü yaptım. Biraz minare gölgesi, biraz davul tozu, biraz yarasa kanadı, işte oldu. Artık beni seviyorsun çünkü benimsin. Şarkısını da dinleteyim büyü tam olsun :))
Sonbahar geliyor serçe
Yuvanı ne yapacaksın?
Ayva çiçek açmadan önce.
Meyvelerin içi geçecek
Rüzgâr başka çeşit esecek
Yağmurlarla ıslanacaksın.
Halbuki ne kadar sıcaksın!
Cahit Külebi