24 Haziran 2012 - İstanbul
Kan değerlerim yükselirken normal hayatımıza geri döndük. Kan verme, tahlil trafiği bitti. Artık üç ay boyunca, ayda bir kan tahlili yapıyoruz. Bunun için Cerrahpaşa’ya gidiyoruz, kan verip, sonucu alıp geliyoruz. Diğer zamanlarda herkes kendi halinde, kendi kendini oyalıyor. Ben bilgisayar dışında Kur'an'ı okuyorum, anlamaya çalışıyorum ya da dinliyorum. Her zamanki gibi düşünüyorum, o dönem yaşananları veya dinlediğim programlardaki konuları. Peygamberimizin (a.s) kendisi hayatı düşünülmeyecek gibi değil. Hadislerden, hayatından okuyup da merak etmemek mümkün değil bence. Hemen hemen her yemek yediğimizde, tepsim önüme gelince, tepsiye bakıyorum; en az iki tabak yemek, yanında yoğurt veya salata, içecek envai çeşit şey. Üstelik biz bunu günde iki üç defa tekrarlıyoruz. Çay saatleri ayrı. Bir de peygamberimizin ve o dönem ashabının, sonraki ve bugünkü Müslümanların neler yediği geliyor aklıma. Bir kaç hadis göstereyim.
Urve’nin Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet ettiğine göre o:
Ey kız kardeşimin oğlu! Allah’a yemin ederim ki, biz bir hilâli, sonra diğerini, sonra bir başkasını, yani iki ayda üç hilâli görürdük de, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in evlerinde hiç ateş yakılmazdı, demişti. Ben:
– Teyzeciğim! O halde geçiminiz ne idi? dedim. Teyzem:
– İki siyah, yani hurma ve su. Ancak şu var ki, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ensardan sağmal hayvanları bulunan komşuları vardı. Onlar Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bu hayvanların sütlerinden gönderirlerdi; o da bize içirirdi, dedi. (Buhârî, Hibe 1; Rikak 17; Müslim, Zühd 28)
Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem geceleyin kalkıp ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Bunun üzerine ona:
- Yâ Resûlallah! Senin geçmiş ve gelecek bütün hataların bağışlandığı halde niye böyle kendini yoruyorsun? dedim. Bana cevâben:
- “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu. (Buhârî, Tefsîrû sûre (48), 2; Müslim, Münâfikîn 81)
Karşılaştığım her durumda –özellikle bu yemek konusu- aklıma peygamberimizle ilgili bir şeyler gelir. Peygamber olduğu halde çok zorluk çekmişler gerçi bu da onların hem imtihanı hem de eğitimiydi. Hiçbir şeyi zorluklara katlanmadan elde edemezsin. O dönem peygamberimiz ve ashabının hayatı zorluk ve sıkıntı ile geçmiş ve çok şükredenlerden oldular. Bu düşünülüp örnek, ibret alınması gereken bir durum.
Kışın İstanbul’da bir gün aklıma bir şey geldi. Biga’da yazlığın olduğu yerde çok rüzgâr var. Bu rüzgara çıksam
ve rüzgara konuşsam acaba rüzgâr benim söylediklerimi peygamberimize götürür mü? You
think i am crazy değil mi? Bunu merak etmeye başladım ve bunu yapmaya karar verdim, Biga’ya gidince evin önündeki yola
çıkacağım ve peygamberimize selam yollayacağım dedim.
Bu düşüncemden bir zaman sonra bir akşam üzeri yatağımda yemek yiyordum, malum böbreklerim rahatsız ama biz farkında değiliz, tansiyonumun düşüklüğünden oturarak yiyemiyorum. Yerken her zaman ki gibi radyo dinledim ama yediğim saat her zamanki saatime göre biraz erkendi. Radyoda alışık olduğum sohbet programları yok da müzik var ilahiler çalıyorlar. Bir radyoda Arapça ilahilerin çalındığı saate denk geldim. Niçin Arapça ilahi çalarlar onu da anlamıyorum ya, Arapça anlayan mı var? Yemek bitti dinliyorum. Bir şarkı çalmaya başladı. Çok güzel çok hoşuma gitti. Başladığı andan itibaren içimde kaydetme isteği oluştu. Daha önce radyodan dinlediğim her şeyi kaydettiğimi yazmıştım ama o gün Arapça ilahiler çaldığı için bunları kaydetme gereği duymamıştım. Şarkı çalıyor benim içimde “kaydet kaydet kaydet” diyen bir his var. Yarısında itibaren başladım kaydetmeye.
Şarkı o kadar hoşuma gitti ki kimin söylediğini merak etmeye başladım. Sözlerini arama motorlarına duyduğum şekliyle yazdım ama bir sonuç çıkmadı. Bulamadıkça daha da meraklandım. Acaba içimde bu kadar kaydetme isteği uyandıran şarkı neden bahsediyor diye. Sonunda radyoya anladığım kadarıyla sözlerinden bir kısmını yazdım, mail attım ve “Bu eser kime ait” diye sordum. İslami yayın yapan radyocular bizim şarkı dediklerimize eser diyorlar. O yüzden ben de eser diye sordum. Cevap geldi, Mehmet Emin Ay, “İnilte yari.” Meğer bayağı ünlü bir şarkıymış. İlahi okuyan hemen hemen herkes bunu da okumuş. Ama benim dinlediğim ses Mehmet Emin Ay değil. Video paylaşım sitelerinden birinde Mehmet Emin Ay'dan inilte yari'yi dinledim. Şarkı tamam o ama benim dinlediğim ses bu değil. Tekrar radyoya mail attım bu sefer şarkının kaydettiğim kısmını da gönderdim. “Benim dinlediğim eser buydu, acaba bunu kim söylüyor" dedim. Cevap Selami Güneş'in' “Ya Muhammed” ilahisi ve bir not düşmüşler; bu ilahi Selami Güneş’in hiçbir albümünde bulunmuyormuş, nerede bulunuyor acaba? Ayrıca bu ilahi hiçbir albümde bulunmuyorsa nasıl çaldınız? Video paylaşım sitelerinden Selami Güneş'in 'ya Muhammed' ilahisini buldum ama benim dinlediğimle alakası yok. Bir ilahi çalıyor radyo adı belli albümü yok. İlahiyi adıyla arıyorum benim dinlediğim değil de başkası çıkıyor. Kaydettiğim kısım yarım. Üstelik mp3 çalar waw formatında kaydediyor yani çok kaliteli değil. Bir de radyo olduğu için arada ses gidip geliyor. Şarkı hiçbir albümde yok ama bende bütün olumsuzluklar var.
Kim olduğunu öğrendikten sonra sözlerini aradım buldum.
Arapçası: İn nilte ya riha’s-saba yevmen ila arzı’l-Harem. Belliğ selami ravzaten fihe’n-Nebiyyi’l-muhterem
Türkçesi: Ey saba yeli!. Bir gün yolun, Efendim’in bulunduğu Harem toprağına düşerse eğer; O kutlu Nebi’nin bahçesine benim de selamımı ulaştır.
Ne dersin şimdi sen buna? Aklımdan geçeni radyodan kaydettim, bunun adı nedir? Şiir denmez ama kafiyeli yazılmış bir dize. Yazan kişi selamını Saba yeline yüklemiş, yolun düşerse peygamberimize ilet demiş. Dinlemekten bıkmadığım nadir şarkılardan biri tabi yarım. Gör bak, Heavy Metal dinleyen ben neye dönüşüyorum.
Video oynatıcı çalışmazsa alttaki linke tıkla.
Biga’ya gidince o yaz çok sıcaktı. Her zaman deli gibi esen rüzgâr yoktu. İşe bak, yılın üç yüz günü deli Poyraz esen yerde yaprak kımıldamıyordu. Terleyemediğim için mecbur bir hafta on gün evde klima karşısında durdum. Sonra rüzgarlar tekrar çıkınca ben de çıktım evin önündeki yola, rüzgara karşı durdum, yüzüme çarpan rüzgara, “Ey rüzgâr, yolun bir gün efendimizin bulunduğu harem toprağına düşerse eğer, o kutlu nebinin bahçesine benim de selamımı ilet, selam sana ümmetin en çok sabredeni, selam sana ümmetin en çok şükredeni” dedim.
Kafayı yemiş olduğumu düşünebilirsin ama yemedim yani galiba yemedim, kim bilir belki de yemişimdir ama ben yediysem üstteki dizeyi yazan da yemiş demektir. Bu durum peygamberimize ulaşma çabası olarak düşünülebilir. Bu işe girdin mi, merak edip okumaya başladın mı, iman nuru varsa insanda –ki sende var, olmasa bunları yazmazdım- okudukların içine işler. Bir şey yapmak istersin. “Ben de ...”, “beni de ...” dersin. Böyle bir duygu ile geldi herhalde aklıma. Dikkat edersen yalnız benim aklıma gelmemiş, bu dizeyi yazanın da aklına gelmiş, o şair olduğu için bu dizeleri yazmış. Belki ben de şair olsaydım bir şiir de ben yazardım.
İlginç değil mi? Aklıma bir fikir geliyor, rüzgâr ile peygamberimize selam yollasam nasıl olur acaba diye düşünmeye başlıyorum. Birkaç gün sonra radyoda bir şarkıyı deli gibi kaydetme isteği ile dinliyorum. Araştırıyorum ki şarkı rüzgâr ile peygamberimize selam göndermekten bahsediyor. Tesadüf müdür? Değilse nedir?
19 Eylül 2015 - Biga
Bu notu “Selamını Rüzgâra Yüklemek” bölümünü yazdıktan üç sene sonra ekliyorum. Bu süre içinde çok şey öğrendim, günlüğümü üç defa okudum, ses kayıtlarını tekrar tekrar dinledim bir de www.hayatinsirri.net sitesini yaptım. Günlüğümü tekrar okurken bazı ilaveler yaptım.
Üç sene sonra bu günlüğü üç defa okumuşken bir şeyler yazacağım ama yanlış anlaşılırım diye de çekiniyorum. Yaşadığım olaylara Abdülaziz Bayındır’ın tefsir dersleri ve Mustafa İslamoğlu'nun Esmaül Hüsna derslerinden cevaplar buldum. Üstelik o cevapları günlüğümü yazdıktan sonra buldum. Yaşadığım olayları yazıya dökerken ya da anlamaya çalışırken henüz Mustafa hocanın dersleri takip etmiyordum. Şu an bu cevapları görmedin. 16 Ağustos 2012 - Allah Bizi Neden İmtihan Ediyor? İmtihan Olanlar Nasıl Değişiyor? bölümünde göreceksin. Oraya kadar sırayla oku ki neden o videolara 'cevap' dediğimi anlayabilesin. Şöyle düşünüyorum; ben 'cevap' dediğim açıklamaları özellikle arayıp bulmadım. Dediğim gibi günlüğü yazıp bitirmiştim. Bu cevapları bulmamın Allah'ın yardımı olduğunu düşünüyorum. Yukarıda yaşadığım olayı düşününce bazı derslerin denk gelmekten öte Allah’ın yardımı, yol göstermesi olduğunu düşünüyorum. Çekindiğim kısım kendimi bir şey zannettiğimi zannetmen. Ben uzun yıllar belki on sene ciddi hastalıklar yaşadım, ciddi ameliyatlar oldum ve Allah’ın yardımını desteğini, yol göstermesini gördüm. Okudukça bunlar sana bir şey ifade ediyor mu, edecek mi bilmiyorum. Yukarıda selamını rüzgara söyleyip, peygamberimize ulaşıp ulaşmayacağını merak ederken, radyodan dinlediğim şarkıyı aşırı merak edip kaydetmeye başlayıp bu şarkının benim merak ettiğim şey çıkmasını tesadüf olarak görmüyorum. Bazı şeyleri çok merak ettim, Allah neden bana böyle bir "idrak" verdi diye çok düşündüm. Kimim ki ben? Dünyam değişti. Cehenneme giden insanları görüyorum. Bunları çok merak ederken Allah'ın cevapları bulmam konusunda yardım ettiğini düşünüyorum ama kendimi özel biri zannetmiyorum. Sanki Allah o zaman şöyle demiş gibi ki bunu yeni anlıyorum 'selam rüzgâr olayını denk getiren benim, diğer cevapları da benden bil, kendini bir şey zannetme.' Yanlış anlaşılmasın Allah bana böyle demedi. Ama selam rüzgar olayı sanki böyle bir şey diyor. Bunları beni bir şey zannet diye değil - kaçıncı kez belirtiyorum - kendime değil Allah'a dikkat çekmek için yazıyorum. Ayrıca bunları bir cemaati etrafımda tutmak için de yazmıyorum. Tam aksine bunların ölümünden sonra yayınlanmasını vasiyet ettim. Bu yazdıklarımı oku ama tarikatların takip ettikleri kitaplar gibi yapma. Ben tecrübelerimi, yaşadıklarımı ve bulduğum cevapları yazmaya çalıştım. Hatalarımın olabileceğini unutma. Sana yol gösterecek asıl kitap Kur’an-ı Kerim'dir. Bunun dışında bil ki sana çok yakın bir Allah'ın var. Allah'a ne ölçüde dönersen O da sana o ölçüde döner, dönüyor. Bunu zaten daha önce yaşadın. Tekrar O'na yönel.
“Denizden Gelen Rüzgar” - Andrew Wyeth
Şimdi bir rüzgâr geçti buradan
Koştum ama yetişemedim.
Nerelerde gezmiş tozmuş
Öğrenemedim.
Besbelli denizden çıkıp
Kıyılar boyunca gitmiştir.
Tuz kokusu, katran kokusu, ter kokusu
Yüreğini allak bullak etmiştir.
Sonra başlamış tırmanmaya dağlara doğru
Bulutları koyun gibi gütmüştür,
Okşayıp otları yaylalarda
Büyütmüştür.
Köylere de uğradıysa eğer
Islak, karanlık odalarda beşik sallamıştır
Güneş altında çalışanlara
İmdat eylemiştir.
Sonra başlayıp alçalmaya ovalara doğru,
Haşhaş tarlalarında eflatun, pembe, beyaz,
Kıraçlarda mavi dikenler...
Toz toprak gözlerine gitmiştir.
Kentlere de uğramış ki yanımdan geçti,
Haşhaş çiçeğine benzer kızlar görmüştür.
Bir gülüş, bir tel saç, allık pudra
Alıp gitmiştir.
Şimdi bir rüzgâr geçti buradan
Koştum ama yetişemedim.
Soraydım söylerdi herhalde
Soramadım.
Cahit Külebi