20 Temmuz 2012 - Biga
Sıkıntılardan biri de hayatımın en zor üç gününü geçirdiğim hastanede böbreğime takılan tüpten sonraki üreyi düşürme dönemiydi. Sabır gerektiren, yavaş geçen, ürenin azar azar düştüğü ve sürekli yatmak durumunda kaldığım günlerdi. Doktor günde iki iki buçuk litre kadar su içmemi söyledi. İçemezsen serum takmama izin verdi. Eve çıktığımda midem hala çok kötüydü. Üreden dolayı bulantı ve yanma devam ediyordu, dolayısı ile su içemiyordum. Hemşiremiz Nazile teyzeyi aradık, her gün bir litrelik serum taktı.
Nasıl bir şey olduysa, kazadan sonra Bursa’daki ameliyat sonrası zamanlarındaki gibi oldum. O zaman çok güçsüz olduğum için yan yatamazdım. Yan dönünce sırtımı yastıkla desteklerdik. Şimdi güçsüz değilim ama yine yan yatamadım. Üstelik uyuyamadım da. Uykusuzluk zaten başlı başına bir sorun. Bir de yan yatamayınca endişelerim arttı.
İlk birkaç gün ancak on dakika yan yatabiliyordum sonra dönüyordum. Yan yatamadığım için altım, sırtım dinlenmiyordu, sürekli baskı altındaydı. Yara açılmaması için yan yatmam lazım. Ürenin ne zaman düşeceği belli değil, sürekli düz yatamam, yara açılırsa bir de onunla uğraşacak gücüm/gücümüz yok. Bu yan yatamama olayı tam olarak kaç gün sürdü bilmiyorum, bir kaç gün diye biliyorum, belki iki üç gündür. İki gün bile olsa sürekli sırt üstü yatmak için çok uzun bir süre. İki gün boyunca her denememde on dakika bile yatamayınca aklımdan kötü şeyler geçmeye başladı. Ya hep böyle kalırsam. Altımda yara olursa. Nasıl saç yıkayacağız? Nasıl banyo yapacağım? Nasıl tıraş olacağım? Bir sürü sorular geçti kafamdan.
Midem aşırı yanıyor, katı şeyler yemem lazım ki midem kendini yemesin ama gel gör ki iki üç lokma yiyince ve yarı uyku haline geçiyordum. Gözlerimi açık tutamıyordum. Tıpkı hastanede olduğu gibi gözlerim kapanıyor, her sesi duyuyorum ama gözümü açamıyordum. Bir kaç lokma yediğim için midem biraz rahatlıyordu. Çok az yediğim için kısa süre sonra tekrar yemem gerekiyordu. Tekrar bir kaç lokma ve uyku hali. Hiç anlayamadım bunun nedenini.
Gündüz yemek konusunda geceye göre nispeten daha iyiydi. Kısa aralıklarla yediğim için annem uyusa veya işi olsa da babam yardım ederdi ama gece kimse yok. Yan yatamıyorum ki kendim yiyeyim. Yemeyince de midem deliniyordu. Dolayısı ile anneme sesleniyordum, annem gelince bir kaç lokma verip sonra yatıyordu. Bir süre sonra tekrar midem deliniyordu, çağırmak istemiyorum ama yapacak bir şey yok. Annem, “Sen çağır beni, çekinme” diyordu.
Bir gece iki kişilik bordo koltuğu odama getirdi. Sabaha kadar iki büklüm orada yattı. Bu şekilde yatmasını istemiyorum ama sesimi duyması açısından böylesinin daha kolay olduğunu söyledi. İki saatte bir annemi çağırdım, bir kaç lokma ekmek yedirdi. Midemde yanma krizleri başlayınca bu sefer mide ilacı için tekrar annemi çağırdım . Annem iki büklüm koltukta yatıyor, ben seslendikçe kalkıyordu. Sabaha kadar böyle devam etti. Anne olmak zor şey, bırakmadı beni, “çok yoruluyorum biraz da baban kalsın” demedi. “Yatağımda yatacağım duyarsam gelirim” demedi. Gece uykusuz kaldığı gibi gündüzde uyuyamadı çünkü benim durumum aynı, ilaveten evin işleri de var. Günlerce uykusuzluktan sarhoş gibi gezdi. Bunlar anneliğin diğerleri tarafından görmedikleri kısımları. Sen görmüş müydün?
Annemin bu yorgunluğuna karşın teyzemi çağırdım. Hatta anneannem de çağırdı. Teyzem Biga’daydı. Hiç değilse gündüzleri evin işlerini teyzem yapar, annem de dinlenirdi ama teyzem veranda yaptırdığı için gelemeyeceğini söyledi ama aslında veranda yaptırmıyordu. Yaptırmayı düşünüyordu. Anneannem yazın teyzemde kalıyor. Ona bakmaktan bunaldığı için herkes yazlıktan döndükten sonra teyzem Biga'da kalıp tek başına kafa dinliyor. Anneannemden sonra bize yardım etmek zor geldi. Gelmek istemedi. Eğer dayılarıma benzeseydim herhalde teyzemle bir daha konuşmazdım. Anneme ve anneanneme benziyorum. İnsan, kardeşi gece gündüz hayalet gibi geziyorsa yardım etmeli. İyi günde herkes yardım ediyor. Başka zamanlarda teyzem bizim için çok fedakarlık yaptı. Önemli olan böyle zamanlarda yardım etmek. Teyzemle konuşmazdım diyorum ama teyzemin hakkını ödeyemem, kimse teyzemin hakkını ödeyemez, mümkün değil. Bu sadece duygusal bir sitem. Teyze hakkı ödenmiyorsa anne hakkı nasıl ödenir sen düşün. Burada aslında başka bir durum var. Çok sonra fark ettim bunu. Başımıza gelen bütün olayları tek başımıza yaşadık. Demek ki bunun da böyle olması gerekiyordu deyip kafama takmayacağım. Bunlar insanı zorlayan, sabır gösterilmesi gereken zamanlar. Bu bir sınavsa o zaman demek ki insanın yalnız olması gerekiyor. Tıpkı annemin hasta olup da İstanbul'da kaldığımız yaz gibi. Sıkıntılara katlanmadan, sabırlı olduğun belli olmadan yol alamazsın. Bunu daha önce de yazdım şimdi de yazıyorum; imtihanlardan geçerken, sabırlı mısın değil misin belli olurken yalnız kalacaksın. Herkesin bir işi olacak. Aldırma, sen kendi yoluna bak. Çok bunaldığın, artık dayanamayacağını düşündün vakit, bir de bakarsın ki Allah'ın yardımı yetişmiş. Allah’ın yardımı yakındır ama gelmeden önce çok zorlanacağın da kesindir.
Bakara
Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım
214. Öncekilerin başlarına gelenlerin bir benzeri sizin başınıza da gelmeden cennete girebileceğinizi mi hesap ediyorsunuz? Onlar maddi sıkıntılara, bedensel sıkıntılara uğramış ve öylesine sarsılmışlardı ki Allah’ın elçisi ve beraberindeki müminler “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek hale gelmişlerdi. Bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.
Annemin bu durumuna üzülüyordum ama yapabileceğim bir şey de yoktu. Bir kaç gün sonra kendi kendime “yan yatmayı öğrenmem gerekiyor” diye düşünmeye başladım ve o gece iki saate yakın yan yattım. İki saate yakın yan yatabilince yanıma haşlanmış patates, peynir ekmek gibi yiyecek bir şeyler aldım böylece annemi çağırmak zorunda kalmadım. Bu iyi oldu. Üstelik bir iki saat uyumaya da başladım. Bu daha da iyi oldu.
Gündüzleri bütün gün kolumda serumla yatıyordum. Hemşiremiz Nazile teyze sabah on gibi takıyor serumu, çok yavaş bir şekilde dörde kadar devam ediyordu. Ben de ara sıra yemek yiyerek, yan yatarak, çoğu zaman gözlerimi açık tutamayarak, yarı uyur ama sesleri duyarak öyle duruyordum. Serum bitince serumun hortumunu çıkartıp, damar yolunu kapatarak, sağa sola takılmasın diye üstüne de bant yapıştırıp, ertesi güne hazırlık yapardık. Bir damar yolu üç gün falan gidiyor. Üç gün sonra başka damardan yenisi açılıyor. Zamanla insanın kolunda, elinde yer kalmıyor.Damar yolundan sürekli serum, ilaç vs verilse değişmesine gerek kalmaz ama bütün gece kapalı kalan damar yolunda pıhtılaşma oluyor. O da üç gün gidiyordu, üç gün sonra yenisi açılıyordu.
Evde üreyi düşürmek için serum aldığım bu zamanlar hala ramazandı. Geceleri çok uyuyamadığım için her halde zaman geçirmek istedim, bir sabaha karşı televizyonu açtım. Bir kanalda sahur programı var sonuna gelmiş, hoca sahur duası yapıyordu. Ben de bakayım dedim. Dedim ama televizyona bakar bakmaz ışığı o kadar rahatsız etti ki, sanki tansiyonum düştü. Kafam uyuştu, sanki kafamda kan kalmadı. Başım dönüyor gibi bir acayip hal başladı. Kısacık bir an baktım ve böyle oldum. Hemen kapattım televizyonu. Sanki televizyona bakmama engel vardı. Hiçbir zaman yatarken öyle olmamışım. Televizyonun ışığı beni acayip yapınca ne yapacağım bilemedim. Tansiyonum düşük gibi ama olmaması lazım. Işığa bakarak tansiyon düşmesi pek mümkün değil. Yattığım için de tansiyonum düşük olamaz. Oturuyor olsam yatarım ama zaten yatıyorum. Kafam uyuşuk, sanki kan kafamdan çekilmiş gibi. Saat beşten ona kadar, hemşire gelinceye kadar zor durdum. Tansiyonum düşükse diye ara sıra babamı çağırıp su içtim ama geçmedi. Serum takılınca geçer diyerek Nazile teyzeyi bekledim.
Günler ilerledikçe akşamları, ayaklarımı sandalyenin üstüne üç dört yastık koyarak, tansiyonum sınırda oturmaya başladım. Ayaklarımı sandalyeye uzatmanın faydası kan dolaşımını rahatlatmak. Uzuvlar yere ne kadar paralel olursa yer çekimi o kadar az etki eder. Aşağı sarkan ayaklar insanın kalbini daha çok zorluyor. Kanın beynime gitmesini zorlaştırıyor. Sandalyeye uzatınca oturabildim. Bu iyi oldu.
Bir gün Nazile teyze sabah serum taktı, yarı uyur halden daha iyiyim, anneme 'oturacağım ben' dedim. Aldılar beni akülü sandalyeye, ayaklarımı başka sandalyeye uzattılar. Ayaklarımın altına da yastık koydular, oldu. Tansiyonum sınırda oturmaya başladım. Babam da serumu askıya bağladı, oturuyorum öyle. En zor günlerimde bile yataktan kalkmaya gayret ettim. Pes etmedim. Hatta bilgisayarımı açtım. Biraz müzik dinleyeyim dedim ama içimden müzik dinlemek gelmedi. Daha önceden radyodan kaydettiğim bir kaç kayda baktım ama o da pek keyif vermedi. Bir şey yapmadan oturdum. Zor oturuyorum ama oturdum, pes etmedim.
Bu günlerde tuvalet günü yapmamız gerekiyordu, nasıl yapacağımızı düşünüyorum. İlaçla dışarı çıkıyorum ama ilaç aç karnına mideme dokunuyor. Zaten midem kötü bir de ilaçtan dolayı daha kötü olsun istemiyorum. Bir şeyler yiyip öyle ilaç içmem lazım ama yemek de yiyemiyorum, nasıl içeceğim? İlacı akşam tok karnına içmem lazım, etkisi ertesi gün başlayacak. Bir akşam üzeriydi kalktım ayaklarım sandalyede oturuyorum. Tansiyonum düşük yine. Annem bir tepsi hazırlamış, küçük küçük tabaklara azar azar yemekler koymuş. Hangisini yemek istersem, yiyebilirsem diye böyle yapmış. Tepsi önümde. İçinde beş altı küçük tabak var. Tepsiye bakıyorum. Hiçbirisini yiyecek halim yok. İçim almıyor. Üstelik eğer biraz bir şey yersem tansiyonum daha da düşecek. Bu, dolaşımdaki kanın sindirim için mideye yönelmesinden kaynaklanıyor. Düşün ki benim kan değerlerim sekiz dokuz civarında. Normali en az on üç. Zaten kanım kendime yetmiyor. Yetse tansiyonum düşmeden oturabilirim. Sindirim için mideye yönelen kan miktarı bile beni etkiliyor. Bunu yaşamadan anlamak pek mümkün değildir herhalde. Tepsiye bakıyorum, bir sürü yiyecek içecek var ve ben hiçbirini yiyemiyorum. Sağlığını ya da yiyeceğini kaybetmeden bunu anlamak pek mümkün değildir; dünyada yemek yiyemeyen milyonlarca insan var hiçbirimiz farkında değiliz. Hepimiz egolarımızın peşinde koşuyoruz. Değiştirmek için cep telefonlarımızın, bilgisayarlarımızın, arabalarımızın yeni modellerini bekliyoruz. Allah’ın bize lütfettiği hiçbir şeyin farkında değiliz. Yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda. Evlerimizdeki bir çok yiyecek tüketilme şartlarını kaybettiği için atılıyor. Atılan her yiyecek bir başkasının sofrasından çalınanla eş değerdir. Fakir bir insanın masasından bir yiyecek alıp çöpe atmakla, aşırı tüketim çılgınlığı neticesi eve alınan yiyeceklerin bozulup atılması arasında fark yoktur. Ne zaman önüne bir tepsi gelir de hiçbirisini yiyemeden tepsiye bakarsın, sanırım bunu o zaman anlarsın. Dışarıda yiyemeyecekleri yiyeceklere bakan bir sürü insan var. Lokantalar, restoranlar, hamburgerciler, köfteciler, simitçiler vb ve ceplerinde parası olmayan, bunların önünden geçen aç insanlar. Evlerine ancak kuru ekmek götürenler. Bir yanda aç yatan, kuru bir ekmek için alın teri döken insanlar diğer yanda tüketim çılgınlığı yaşayan her şeyden ikişer üçer alan insanlar. Sen bunların farkında mısın? Bir şey diyeyim mi; eğer bir yerde aç insanlar, çöpten ekmek toplayanlar, karın tokluğuna sömürülerek çalışan insanlar varsa ve bunun karşısında korumalı, güvenlikli, yüksek katlı sitelerde, son model arabalara binen zengin insanlar varsa orada Muhammed aleyhisselamın öğrettiği din yaşanmıyor demektir. Bu iki tablo aynı anda mevcutsa bu bölgede İslam yok demektir. İslam zannettikleri din var demektir. Kimseyi oturduğu yerden çıkarmak gibi bir niyetim yok. Zengin düşmanı da değilim ama ötekilerin durumuna bir çözüm bulamazsak, yani çöpten yiyecek arayan insanlara çare bulamazsak kimse kıldığı namazın kendisini cennete götüreceğini zannetmesin. İhtiyacından fazlasını biriktirenler, bu tablo karşısında toplum olarak bir şey yapmaya girişmeyenler ahirette sorumlu olacak, hepimiz sorumluyuz.
Muhammed
Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım
38. Sizler, Allah yolunda harcama yapmaya çağrılan kimselersiniz ama cimrilik edenleriniz var. Kim cimrilik ederse cimriliği kendine eder. Allah’ın kimseye ihtiyacı yoktur, fakir olan sizsiniz. Çağrıya uymazsanız yerinize başka bir topluluk getiririz; onlar sizin gibi olmazlar.
O gün hiçbir şey yiyemedim, ancak birkaç lokma o da ilaç içmeye yeterli değil. Ertesi gün değişik taktik denedik, Nazile teyzeyi aradık ne yapsak diye konuştuk, “bir ilaç var ben gelmeden onu yapın gelene kadar etki etsin” dedi. Nazile teyze Ramazanda mukabeleye gidiyor oradan çıkıp gelecek. Dediğini yaptık ama yine amacımıza ulaşamadık ancak erkesi güne işimizi kolaylaştıracak birkaç hareket.
Ertesi gün daha değişik taktik denedim. Yatarken mi nasıl bilmiyorum yiyebildiğim kadar yiyeceğim, ilaçtan bir tane içeceğim, bir iki saat sonra tekrar yiyebildiğim kadar yiyeceğim bir tane daha içeceğim, iki tane içmem lazım çünkü. O gece aralıklarla iki tane içtim. Ertesi gün tuvaletimi yapmak için hazırlandık. Planımız tuvalet sandalyeme oturacağım annem karşıma tabureye oturacak, ayaklarımı kaldıracak, kucağında duracak tıpkı akşamları oturduğum gibi. Neticede o gün biraz dışarı çıktım.
Her sabah altı civarı midem bulanmaya başlardı. Babamı çağırırdım çünkü annem gece yeterince ilgilendi, biraz uyusun. İç ilacı bekle, elbet geçer. Her türlü ağrı, sızı, bulantı ne bileyim ne varsa ilacı var, daha önce insanlar ne yapıyordu acaba? Nasıl dayanırlardı? Mesela her peygamberin karşılaştığı zorlukları düşün. Nuh, Hud, Salih, Lut, İbrahim ... hepsine selam olsun. Bizim peygamberimiz savaşmak zorunda kaldı. Yaralanan insanlar nasıl hayatta kaldı? Nasıl tedavi oldular? Kolumuza, bacağımıza ok atsalar, bugünkü hastaneler, ameliyatlar olmadan nasıl çıkartılabilirler? Nasıl dayanırız acısına? Bu gün peygamberimiz ve ashabının verdiği mücadele sayesinde Müslümanız. Ruslar gibi olabilirdik. Bunun gibi bir şeyleri votka içerken yazabilirdim. Kıyas kabul eder mi hallerimiz? Neden yazdım bunu? Farkındayım çünkü. Ne kadar sıkıntımız olursa olsun bunlar bize özel değil. Tarih boyu bütün inananlar sıkıntılar, imtihanlar yaşadı. En ağırları peygamberlere geldi. Bilmek lazım, bu günkü hayat mücadelesine dalıp bilinçsiz yaşamamak lazım. Her şeyi bilen Allah, içimizdekileri, amaçlarımızı, her şeyimizi biliyor. Huzurunda bilinçsiz, bomboş yaşadığım ve saçma sapan şeylerin peşinden gittiğim zamanlar geliyor aklıma, pişmanım.
Oturamadan, doğru düzgün yemek yiyemeden, uyuyamadan, midem bulanarak, delinerek geçen bu günlerde, öyle ki kollarımda, ellerimde serum takılacak damar kalmamıştı, bir akşamdı dua ettim; “Allah’ım bu dünyaya ait hiçbir şey istemiyorum, sadece bahçesinde kuşları, kedileri olan bir evde annemle yaşamak istiyorum” dedim. Annem çok zorlandığı için sadece annem çıktı herhalde ağzımdan. Şimdi bu duama bir ek yapsam “Zeynep de bize katılabilir mi?” desem, Allah dualarımızı kabul eder mi? Sen de gayret eder misin? Ebedi hayatımızı bahçesinde kuşları kedileri olan bir evde beraber geçirmek istemez misin? Belki şimdi Rahmi, Semih, Ersin neden dünya işleriyle uğraşmadığımı daha iyi anlıyordur.
Buraya seninle yazıştığımız bir maili alayım. Aşağıdan yukarı doğru oku. Koyu yazdığım yerlere dikkat et. Onları tesadüfen yazmadım. Bu duamı düşünerek yazdım.
Gideceğimiz yerde bahçeler var.pdf
Bu konuşmamızı ve alttakileri 3 02 2018'de ekliyorum. Sen İngiltere'deydin, Burak Türkiye'deydi ve işlerin yoğundu, geç çıkıyordun işten. Benim de günlüğüm, diğer siteler falan yazılarımı bitirdiğim dönem. Beyazlar senin.
Not: Burada yazılarımı bitirdiğimi yazdım ama daha sonra rahat durmadım yaptığım her siteye yeni şeyler eklemeye karar verdim. "24 Mart 2012 - Rüyalar" bölümünde 2020'de eklediğim, Kıyamet rüyanı anlatan Whatsapp yazışması eklediğim en son yazışmamız olabilir.
Seni yanıma alayım mı? Nejat dahil hepimiz aynı yere gidelim mi? Nejat orada da sırayla hepimizin kucağına gelir, severiz onu, sonra gider. Onun da arkadaşları olur. Güzel olmaz mı? Ama bunlar benim elimde olan şeyler değil. Seni yanıma alamam ama eğer ben cennete gittysem sen yanıma gelebilirsin. Bunun için çalışacak olan sensin.
Nejat yanımda yatarken annem Nejat'ı "tüylü oğlum" diye seviyor. "Tüylü oğlum benim, Onur tüysüz, ben tüylü oğlumu seviyorum" diyor. Bu da anlıyor mu ne yapıyorsa gözlerini bir süzüyor :)) Belki de Allah, Biga'da büyüttüğümüz bütün yavru kedileri bizim bahçemize verir. Belki onlar Nejat'ın arkadaşları olur. Bir kaç tanesini hatırlatayım. İkinci sıradaki beyazla annemin elindeki çok güzeldi. 3. sırada en baştaki de çok güzeldi. Hepsi çok güzeldi yaa.
Bu resimleri ayarlarken Nejat'ın kardeşiyle ile beraber çekilmiş fotoğrafları gördüm. Ayy bunlar iki taneydi. Bütün yaz bahçede oynamışlardı. Nejat'ı bir sonraki sene almıştık. O sene kardeşi hiç görünmedi. Keşke kardeşi de olsaymış, ikisini alsaymışız. Birbirinin aynısıydı bunlar. Sadece kardeşi biraz daha sarıydı. Düşünsene evde iki tane Nejat olacaktı. Bir video göstereyim. Bir yerde dikkat et ikisi de aynı anda yoldan geçen bir şeyi takip ediyor, kafalarına dikkat et ve aynı anda yatıyorlar. Baksana şunlara. Bütün yaz o taburenin altında oynamışlardı.
Video açılmazsa alttaki linke tıkla.
Annemin telefonlardan Nejat'ın kardeşiyle videosunu ararken annem Nejat'ın sayfasında yazdığı mesajı gördüm. Hatırlıyor musun?
Belki de Allah Nejat'ın kardeşini de bizim yanımıza verir. Yine koşup oynarlar. Hatta belki de Golden kuçilerden de olur (Golden kuçileri sevdiğini biliyorum)
Beraber olmamız senin gayretine bağlı, ayetler bunlar.
Al-i İmran
Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım
138. Bu (Kur’an); insanlar için bir açıklama,
Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için,
bir hidayet (rehber, doğru yaşam tarzını gösteren kılavuz)
ve
bir öğüttür.
Mümin
Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım
65. Sonsuz yaşam kaynağı O’dur.
O’ndan başka İlâh yoktur.
O halde; samimiyetle yaşam biçiminizi,
O’na (Allah’a/Kur’an’a) göre düzenleyerek ibadet edin/dua edin.
Hamd'a lâyık olan Alemlerin Rabbi Allah’tır!
Bir kaç açıklama göstereyim.
Evli insanlar eğer iman ettiyse cennette beraber olacakmış, belki aklına bekar ve çocuk yaşta ölenler ne olacak diye sorular gelebilir. Bunlar da ona cevap.
Aerosmith'den daha doğrusu solisti Steven Tyler'den bir şarkı hediye edeceğim şimdi sana. Adı Dream On ama sözlerini biraz değiştirdim Bunun klibini göstereceğim. Şarkının sözlerini alt yazı olarak ekledim. Bu sayfayı internetten tesadüfen bulan ve İngilizce bilmeyenler için de sözlerin Türkçesini de ekledim. Anlam bütünlüğü bozulmasın diye bazı cümleleri bire bir değil de ne anlatmak istiyorsa onu yazarak çevirdim. Bu şarkıda kısaca "benimle şarkı söyle" dediği yer var; "Sing with me, sing for the years, Sing for the laughter, sing for the tears Sing with me, just for today" diye nakarat var, ben "sing" yerine başka bir kelime koydum. Bak bakalım neymiş o. Sonra şarkı, hayallerin gerçekleşene kadar hayal etmeye devam et diye devam ediyor; Dream on, Dream until your dreams come true. Şu an senin hayalin ölümsüz bir hayatta Nejat ve kardeşi dahil tekrar hep beraber olmak olabilir. Hayal et, öyle bir yerde birlikte olmayı istemez misin? O zaman şarkı söylemek değil de klipte değiştirdiğim kelimeyi yapmak lazım.
Benim gibi müslümanı zor bulursun. Sanırım dünyada benden başka hiçbir müslüman sana Steven Tyler'la mesaj vermez. İleride süprizlerim devam edecek. Bağğzı Ateistler gibi geyik olsun diye "ne yapayım Allah beni böyle yaratmış" diyeyim mi? Hayır, demeyeceğim çünkü bu benim tercihim. Bu müziği seviyorum. Sözlerinde küçük bir değişiklik yaptım, bir de iki tane parantez içi kelime ekledim, oldu sana mesaj. Bilerek Karadenizliler gibi devrik cümle kullandım. Bildiğin üzere çok renkliyim yani Tekrar görüşsek fena olmaz ne dersin? Bu arada bu şarkı 1973 yılında çıkmış ama ben sana 2014 versiyonunu hediye edeceğim çünkü bunda Slash var. Bir de şaşırmadan edemediğim şey Steven Tyler seksen yaşına geldi sesi hala bozulmadı ya. Ben odamdan sesimi anneme duyuramıyorum, bunlar nasıl böyle kalıyor? Annemin kulağında bir şey mi var acaba? Belki de annem duymuyor nereden belli?
Şimdi şöyle bir durum var; bu şarkının gösterilmesi telif hakkı nedeniyle bütün dünyada yasaklanmış ama ben bu klibi göstermek istiyorum. Bu şarkının canlı cansız söylenmiş iki yüz yirmi tane klibini bulabilirsin ama ben bunu seviyorum. Bunu Youtube'a yükledim anında silindi. Nereye saklayacağımı şaşırdım. İki Drive'a yükledim, oradan da silinirse artık yapacak bir şey yok, bilgisayarımdan ararsın. Video oynatıcı çalışmıyorsa alttaki linkleri dene.
Hemşire bir ay kadar taktığı serumlar için 300 lira gibi bir şey istedi. Babam kriz geçirdi. Ne kadar pahalı diye öfkesini durduramıyordu. Çıktı balkona orada kendi kendine sakinleşmeye çalıştı. Daha önce de yazdım, ne kadar olduğu önemli değil, babamdan para istersen babamın hayat ışığı söner. Sonra ben henüz düzelmediğim için "bir kaç gün daha serum takalım" dedim. Daha da çok kızdı. "Bırakalım, serum takmayınca ne oluyor görelim" diyordu. Ne olacağı belli. Hiçbir şey yiyemiyorum içemiyorum, bütün gün yatacağım, susuz kalacağım iki gün sonra beni hastaneye götüreceksin. Hastahanede serumların bitmesini beklerken koridorda ‘hastanelerden, hastalıklardan çok sıkıldım’ diye geçireceksin içinden. Hala "bakalım serum takmayınca ne olacak" diyor. 100 Tl için yaptığı tartışmaya bak. Laf açılınca "ben eczacıyım, işletme müdürüyüm, zenginim" diyor. Böyle bir durumda kriz geçiriyor. Benim için onun oğlu olduğumu söylüyorlar. Demek yabancı biri olsa kim bilir ne olacak? Böyle yazınca ne hatırladım; Canan abla bir gün kapımızı çaldı ve para istedi. Babam ne yaptı dersin? Kapıyı suratına çarptı. İnanmıyor musun değil mi? Babam bu yönünü çok iyi kamufle etmiştir. Kimse babamın paraya bu kadar düşkün olduğunu bilmez. Canan abla izlediğimiz paralı televizyon yayını için kapımızı çalmıştı. Dört daire aynı çanaktan yayın alıyoruz. Kablolar dışarıdan geliyor. Hava şartlarından dolayı epey yıprandı. Durmadan bir dairenin yayını kesiliyor, servis çağırıyoruz, gelen kişi yapabildiğini yapıyor, kabloların değişmesi gerektiğini söylüyor gidiyor. O gün de böyle bir gündü. Canan abla kabloları artık değiştirelim dedi. Babam önce gelen servis elemanına kızdı, "bunları sizin firma değiştirmesi gerekir" dedi. Çocuk "abi ben servis elemanıyım, bunu nasıl yapabilirim" gibi bir şey dedi. Çok uzatmayayım babam "kablolar böyle kalsın" dedi çarptı kapıyı suratlarına. Canan ablalar ondan sonra bir daha gelmediler bize. Zaten bayramdan bayrama görüşüyorduk. Artık bayramlarda da gelmediler. Ben olsam ben de gelmezdim.
Babamın benim için "serum takmayınca bakalım ne olacak" demesi şuna benziyor; şurada bir bidon benzin var. Bunun içine yanan bir sigara atarsam ne olur? Ben bunu hiç yapmadım. Bakalım bunu yapınca ne oluyor? Bu ne kadar mantıklıysa diğer dediği de o kadar mantıklı. Ne olacağını ben sana söyleyeyim; sen o benzin bidonuna sigara atınca ölüm melekleri alttaki ayetteki gibi canını alacak.
ENFAL SURESİ
Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım.
50. Melekler o kâfirleri vefat ettirirken bir görsen! Yüzlerine ve arkalarına vurarak onlara: “Yangın azabını tadın bakalım!” derler.
51. “Bu, kendi ellerinizle yaptıklarınızın karşılığıdır. Yoksa Allah, kullarına asla haksızlık etmez.”
Babam böyle öleceği için mutlu değilim. Hayatın anlamına dair yazdıklarımla hiç ilgilenmedi. Ortaokuldayken nasılsa otuz beş yaşımda da öyleydi. Konuşmayan, dinlemeyen, sormayan biri. O yüzden bu gerçekleri ölüm melekleri geldiğinde anlayacak. Diyecek o zaman meleklere "siz şu an kiminle muhatap olduğunuzun farkında mısınız? Ben üniversite mezunu eczacı Doğan Bey’im. Fakat bir dakika, siz de kimsiniz sefil ucubeler. Sizi daha önce görmedim. Nereden geldiniz? Sizin geldiğiniz yerde üniversite var mı? Siz üniversite okudunuz mu yoksa sefil köylüler misiniz?" Sorsa melekler "eczacı Doğan, bizim gelip ruhları aldığımızı duymadın mı?" Babam diyecek "öyle yeniden dirilişle ilgili şeyler duydum ama uzak bu uzak dedim." Melekler diyecek "Allah'ı, dinini, peygamberini kabul etseydin böyle gelmezdik. O zaman "gir cennete" diyerek ruhunu alırdık." Babam diyecek "vallahi insanlar Allah filan diyordu ama ben demedim. Biri vardı, biz ona kitap uydurmuş diyorduk, o peygamber miymiş? Din falan bilmiyorum ama Fenerbahçe'yi iyi biliyorum. Yüz yıl önce doğdu şanlı efsane yüz yaşında mutlu ol Fenerbahçe. Kıraç besteledi bunu."
Bülent hoca bir kaç gün sonra görmek ve kan tahlili istedi. Tansiyonum düzelmediği için zor oturdum arabada, muayenehanede, dışarıda. Sonuçta ne kadar zor olduysa da gittik bir şekilde. Bundan sonra ne yapacağını daha doğrusu nasıl bir ameliyat yapacağını anlattı.
Yolumu aydınlatan annem
Ebû Hüreyre şöyle dedi:
Bir adam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek:
- Kendisine en iyi davranmam gereken kimdir? diye sordu.
Rasûlullah :
- “Annen!” buyurdu.
Adam:
- Ondan sonra kimdir? diye sordu.
- “Annen!” buyurdu.
Adam tekrar:
- Ondan sonra kim gelir? diye sordu.
- “Annen!” dedi.
Adam tekrar:
- Sonra kim gelir? diye sordu.
Rasûlullah:
- “Baban!” cevabını verdi.
Buhârî, Edeb 2; Müslim, Birr 1. Ayrıca bk. İbni Mâce, Vesâyâ 4; Ebû Dâvûd, Edeb 120; Tirmizî, Birr 1
Rabbin kararını vermiştir; O’ndan başkasına kulluk etmeyeceksiniz ve anaya babaya iyilikte bulunacaksınız! Onlardan biri ya da ikisi yanında ihtiyarlayacak olursa onlara “Of!” bile deme ve ilgisiz davranma! İkisine de saygı dolu sözler söyle. Onları merhamet kanatlarının altına al. De ki “Rabbim! Küçükken onlar beni nasıl büyütüp yetiştirdilerse Sen de onlara o şekilde iyilik ve ikramda bulun.” (İsra 23-24)